Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 26.03.2024 11:50

BİZİMKİSİ SADECE SOHBET

Eskiden biz mahalle mektebine giderdik teravih sonrası. Önce beklerdik yaşlılar gitsin. Onlar kahvelerini, çaylarını içer biraz da siyaset konuşur “hayırlı geceler” diyerek evlerinin yollarını tutardı.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

Biz bir köşede oturan gençler yerimizde kalkar, hasır iskemleleri alır; en güzel köşeyi kapmaya çalışırdık. Çünkü az sonra “yüzük oyunu” başlayacak. En güzel yeri alan, daha rahat bulurdu fincan altına gizlenen yüzüğü. Çünkü kapıdan girerken elinde tablayı tutanın gözü ister istemez kayardı yüzüğün gizlendiği yere. Sonra şarkıları vardı. Koro halinde söylerdik. Nakarat “açtılar açtılar bulamadılar şaştılar” şeklindeydi. Bu arada mektebi işleten Mehmet Amca beklerdi başımızda. Kakao içersek gülerdi gözleri. Ondan sonra elma isteyen olursa ona da bir şey demezdi. Çünkü çay ucuz, kakao iki katı para. Mahallelerde cami mekteplerinde bu gelenek kayboldu. İçi çikolata ve yiyecek dolu ‘sele’ asılmıyor tahta tavanlarda Ramazan boyu. Sadece Ramazan oyunlarını mı kaybettik? Yok yok. Daha çok kaybettiklerimiz var. Mesele anamızın öğütleri de kayboldu gitti.

Analarımız derlerdi ki; "ben öğüt verirken, öksürüp geçme, iyi dinle."

Analarımız şimdi yok. Biz onların o zamanlar gönüllerinin sızısı, gözlerinin nazlısıydık. Artık çocuğuna şu sözleri söyleyen anne çok yok: “Çocuğum, gözümün nuru, başın gökte burnun havada olmasın.” Sonra devam ederlerdi: “Bak evladım kendine gökteki kartalları arkadaş tut, yerdeki karıncaları eş tut.” Bakın şu öğüdün asaletine ve vermek istediğine. Hatta bazı anneler derdi ki evlatlarına “gül ol göğüslerine soksunlar, tel ol başlarına taksınlar.” Bu söz daha çok kız çocuklarına öğütlenirdi.

Genç olursun, delikanlılık devresine geçersin. Ananın öğütleri bitmez: “Rüzgâr ol yelken şişir, dağları devir, kayaları düşür. Bir ocağı söndürme, köklü ağacı devirme.” Bu da evlilik nasihati olsa gerek.

Analarımız için namus çok önemliydi: “Küçükleri koru. El ırzına, malına göz dikme, başın aşağıda olmasın. Can yakma, can yakanın canı yanar.” Bugün bu güzellikleri görmek zor. Sınır kavgaları, haram mal edinme, başkasının toprağına göz dikme, komşusuna kötü gözle bakma. Gördük ve yaşadık. Yetim hakkı yiyenleri, hakkı olamayan arazileri cebren ele geçirenleri gördü şu gözlerim. Bakmayın onların ağzından Allah Allah çıkan sözlere, kafasındaki beyaz feslere. Onları bir bir tanıdım ben. Allah kimseye haram mal yedirmesin, sonu hüsran olur, bunu da çok şükür ölmeden gördüm ben. Neyse biz sohbete devam edelim bıraktığımız yerden. Bu sohbete şahsi işlerimizi karıştırmayalım. Onların gün gelir Allah cezalarını verir.

Öğütlerlerdi analarımız: “Mal edinin. Köklü ağaç köküne muhtaç. Hastalanırsın, sakatlanırsın, sürgüne sürerler-anamın babamın yeri vardı dersin.” Benim için böyle oldu. Sizi bilemem ama biz mal edinmedik, elimizdekini haramzadeler aldı gitti. Sadece ölene de dirisine de hakkımızı helal etmedik. “Haram zıkkım olsun” dedik. O da bizim tesellimiz şimdilik. Demek ki, biz burada anamızın sözünden çıktık.

Onlar için önemliydi şu söz: “Candan arkadaş edin. Yoluna kurban olanın sende yoluna kurban ol.” Ey gidi anacığım bilmez ki bu zamanda böyle arkadaş bulmak zor.

Bir de sözleri ve duaları vardı analarımızın. Bakıyorum şimdi çoğunu unuttuk. Nereye doğru gidiyor yolumuz bilen yok. Öyle sözlerimiz vardı ki şiir dili ile söylenirdi. Yaşanmışlıklar vardı içinde. Benzetmeler hayaller, temenniler ve dualar. Çoğunu şu an bilmez bazı gençler. Yazık mı desem, üzülsem mi, bilemem.

Kültür zenginliğimizin yerini, yavaş yavaş popüler kültüre terk ettik. Bu gidiş tehlikeli. Mesela dualarımız, kısa kısa sözlerimiz. Küçük çocuklar için aileye, “Allah bağışlasın”, “Mürüvvetini gör”, “Allah dört gözden ayırmasın” diyerek Türk toplumunun çocuğa verdiği değeri gösterirdik.

Vedalaşırken "Allah'a ısmarladık "sözü düştü dillerden. "Görüşürüz kanka” sözü aldı yerini. Hastalıktan ve ölümden bahsederken “Allah geçinden versin. Allah etmesin.” sözlerini kullanırdık. Vefat edenin yakınına baş sağlığı dilerdik. “Allah sabırlık versin” diye teselli verirdik. Ölen insan Müslüman değilse “toprağı bol olsun” derdik. Şimdi bu söz kimin için kullanılır farkında değiliz. Hatta son yolculuğa çıkan kişiyi alkışlarla yolluyoruz. Göz yaşı dökmemek için siyah gözlük takıyoruz. Mesela deprem gibi büyük felaket yaşayan insanlara “Allah acını unutturmasın” diyerek teselli veriyorduk. Bu şu demekti bu acıyı çeken insana bu acıdan daha büyük acı gelmesin ki bu acı unutulmasın. “Geçmiş olsun”, “Acil şifalar diliyorum” demek naza düştü. Yeni işe başlayan insana, ne derdik sorsam çoğu insan farklı cevap verir. “Allah utandırmasın” unutuldu. Faydasız bir yolda yürüyene doğru yola davet etmek için “Allah akıl fikir versin” demez miydik? Eline sağlık, Allah razı olsun, Ellerin dert görmesin, Babana rahmet, Allah ne muradın varsa versin, sözleri güzel değil miydi? Neden şimdi söylemekten çekiniyoruz?

Yolcularımıza hayırlı yolculuklar diliyorduk, askerden gelen aileye, gurbetten dönen babalı ailelere, yüksek okul bitirip diploma alan kişilere, işe girenlere ne derdik? “Gözünüz aydın.”

Allah'ın insan olanı utandırmamasını istiyorduk. Afiyet olsun, ziyade olsun sözlerini unuttuk, “yarasın” diyoruz. Korkuyorum karşımızdaki kişi “yara sensin” diyerek işi kavgaya götürecek. İftar yemeklerine dua ile başlıyor, Afiyet olsun sözü, “yemeğe başlayın” demekti. Sonra sofradan kalkan “ziyade olsun” sözünü söylerdi. “Allah sofranızın bereketini artırsın” sözü belki de en güzel sözdü.

Dilimizde “ocağı yanasıca” sözü de “kadanı alsın” sözü de vardı. Bu sözle sevdiği kişinin başına bela gelmesin demek isterdi söyleyen.

Acı günlerde “canın sağ olsun”, “sağlık olsun” gibi teselli sözleri vardı. Trafik kazası geçiren kişiye, “cana geleceğine mala gelsin” denilirdi.

Aslında bu sözler ve anamızın öğütleri sosyal hayatta birliğin ve beraberliğin, kardeşliğin ifade şekilleriydi.

Bakın bizler önce mahalle kültürünü kaybettik. Geleneksel oyunlarımızı unuttuk. Evlerimizi böldük analarımızı babalarımızı bakım evlerinde bıraktık. Güzel sözlerimizin yerini metal sözler aldı.

Değişen dünyanın gelişen teknolojisine, sanki milli kültür ve gelenekler yenildi. Analar artık çocuklara öğüt veremez oldu. “Amaaan anne, sen çağın gerisinde kaldın” sözleri. Sonra kankalık, ‘çaw’ ve ‘bonjur’lu selamlaşmalar. “Kendine iyi bak” nağmeleri.

Bakın şu Ramazan günlerine ve gecelerine eskiden kalan o hoş kokulu geleneklerden kaç tane var?  Komşu komşuya acaba pişirdiğinden gönderiyor mu? Mahallede yemek pişer eşe-dosta, komşuya düşerdi. Fakir insanlar, davet edilir iftar sofralarına öyle oturulurdu. Şimdi iftar sofraları paralı ve makamı olan insanlar için kuruluyor. Gidin bakın iftar vakti lokantalara bir yoksul var mı o sofrada?  Sadece gösteriş, sadece reklam, sadece desinler.

Sohbeti uzattık gitti. Kusuruma bakmayın. Sahura daha çok zaman var. Sabırla dinleyen dostlara bir dileğim var. Sağ olun. Allah ne muradınız varsa sizlere versin.  Allah ayağınızı taşa değdirmesin. Allah'a emanet olun. Hayırlı günler.