Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 25.01.2024 11:44

DEDEMİN İNSANCIKLARI

Geçen akşam bir kafede buluştuk üç beş insan. Konuştuk oradan buradan. Kimimizin hâlâ hayalleri var, kimimiz bahsetti geçmişten. Bazıları da bahsetti geçmiş yıllardan. Çocukluk ve gençliğini serdi önümüze. Dinledik, dinlettirdiler de.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

 

Aynı toprağın çocuklarıydık. Kimimiz öğretmen olmuştuk, kimimiz kamu yöneticisi, kültür yöneticisi, kimimiz ressam, şair, nakkaş, yazar. Kimimiz geçimini sağlamak için gitmişti el memleketine. Orada ‘yabancı’ idi, buraya gelince adına ‘Almancı’ denildi. Ama o akşam sohbetimize renk katan Almanya'da değildi. Fransa'da Paris'te iş kurmuş ve sadece işiyle değil sanatıyla ilgilenmiş, kültürümüzü tanıtmaya çalışmış bir insan. Şair de vardı aramızda, yazar da. Kültür ve sanatla uğraşan bürokrat da... İzin almadan isimlerini yazamam. Öyle öğretti bize dedemin insancıkları.

Tam sohbetin en güzel yerinde, gözüm şöyle sokağa doğru uzandı. Gördüğüm manzara feci. En pahalı ve marka giyen bir bayan bizim de oturduğumuz ortamdan sigara içmek için, dışarı çıktı. Sonrası feci. Sigaranın yarısını içti, yarısını sokağa fırlattı. Benim beynim karıncalandı o an. En şık giy, en güzel makyajı yap sonra elindeki sigara izmaritini sokağa at. Nereye gidersem bu tipleri görüyorum. Sonra kentli pozuna bürünüyor, sosyetik görünüyorlar ya işte ona çok bozuluyorum. İşte o an sessizce sesleniyorum kendi kendime. Daha mavi iz bıraksaydılar ufuklarımda. İşte o an bizimle sohbet eden yazar ve nakkaş; gün görmüş güzel bir insan, sanki parmak basıyor yarama. “Modern olmak, modernizm nedir?” Anlatıyor üç beş cümle...

Ben, kopuyorum o sohbetten; suya adanmış bir taş gibi açılıyorum şöyle Karadeniz'e ve ufuktan dönüyor bakıyorum geriye. Gördüğüm, dedemin insancıkları... Bir cümle yazıyorum kumlara. Dalgalar çok çabuk siliyor, kimse görmesin diye. Bu şehirleri kimler getirdi bu hallere?

Bence bu bir yanlışlığın, bir alevin bedeli. O an dışarıdaki bayan gülümseyerek giriyor içeri. Unutuluyor o görgüsüz, bilgisiz manzara.

İşte o zaman içimde doğuyor çok eskiden kalma dedemin insancıkları. Bakıyorum mesleklerine. Çoğu kırsalda, üretken, emekçi. Bir de onları eğiten öğretmenler. Köy camisinde beş vakit namaz kıldırmakla görevli bir hoca.

Oturduğumuz masada, şiirin, sanatın ruha yayılan aydınlık havası. En sade, en ince, seçkin kelimeleri sıralanıyor; duymuyor kulağım artık. Benim düşünce kelimelerim üzerine atılan sanki o sigara parçası. Kentli miyiz, köylü mü? O anki mutlu anıma türkü söylüyor sanki. O güzel sohbetten, ruhumla ben çıkıyorum artık. Sürrealist duygular sarıyor beni. Hiç de o güzel giyimli kadından bu tavrı beklemiyordum çünkü. Zarif giyim, çirkin eylem...

Dedemin insancıkları, bu toprak üstünde medeniyet için ne savaşlar ne uğraşlar verdi. Gözyaşı döktü. İnsanlarla haşır neşir oldu. Toprak oldu, taş oldu, çamur oldu. Sonuç?.. Beton, yüksek binalar, sokaklara çöp atan en şık ve marka giyimli insan tipleri. Çıkışta mıyız, inişte mi?

El Gereco der ki: “Mağrur bir ruh, amacına ulaşır ulaşmaz onu daha ileri bir yere taşır. Hayat, ancak bu yolla bir soyluluk ve birlik kazanır.”

Ama bizde yollar çoğunlukla çıkmaz sokak. Neden?.. Bunun cevabını arıyor beynim. Bir basamak yukarı çıkmak mı; bir basamak inmek mi hayat? O an aklımın ve düşüncemin peşinde koşuyorum. Gördüğüm manzara taşıyacak yine beni dedemin insancıklarına. Hatırladım bazılarını. Bilhassa da kızlarını. Kırlarda inek otlatırken çiçeklerden taç yapar, takarlardı alınlarına. Bir dilim ekmek üzerine saf zeytinyağı döker, şeker eker ve yerlerdi. Yerlerken bir arkadaşı gelirse yanlarına, paylaşırlardı ekmeği. Oyunu severlerdi. Hep çıkarlardı yokuşları, gözleri ufuklardaydı. Zaman zaman gök yüzüne bakar, zaman gelir merak ederlerdi şehirleri. 

O zaman bu şehirlerdeki kirlileşme, çarpıklaşma neyin yansıması?

Bu soruya şöyle buldum cevabı: 

Kırsalın çeşitli yerlerinden şehirlere doğru aktı insanlar. Şehirde hayat var. Hayata tutunmaya çalıştılar. Ama şehir kültürünü anlamadan başladı bu yolculuk. Hatta yurt dışına doğru da böyle başladı bir akın. Sorgulamadan, hazırlık yapmadan. Belki de gerçekleri bilmek istemediler. Bildikleri ile yetindiler. Kentlere geldiler. Belki de yurt dışına gittiler. Şaşkındılar; çevrede olan biten, onlar için koca bir bilmeceydi. Zaman zaman kafalarını kurcalayan sorular olsa da yine de bildiklerinden kolay kolay vazgeçemediler. Bazıları da düşündüler. Olanları gözlemlediler. Kendilerinin duyguları ve dürtüleri vardı, bir türlü onları terk etmediler. Terk etme de zaman aldı. Bilinmez, karın doyurma derdine düşenler de vardı içlerinde, nereden gelirse gelsin, helal, haram demeden rant peşinde koşanlar da. Ya da altındaki araba, üstündeki urba ve oturduğu villa ile sınıf atladığını zannedenler vardı. Üç beş tane. Kitapsız, kültürsüz, magazinsel bir yaşam tarzı. Bodrum, Yalıkavak, Marmaris belki de Kuşadası, Antalya. Dahası var yurt dışı. Şu sıralar Dubai, Kuveyt son moda. Ah be ah, dedemin insancıkları. Trablusgarp, Yemen Çölleri, Kafkas Cephesi, Çanakkale, Sakarya, Beşparmak Dağları, Güney Kore...

Baktılar kırsalda da kentte de toprağa düşen yağmur damlalarıyla büyüyor bitkiler. Şehirlerde de rüzgâr her şeyi savuruyor. Güneş kavuruyor. Gece karanlık oluyor, yıldızlar çıkıyor. Bir farklı olan, kabaran dalgalar geldi kendilerine. Denizi köydeki göle benzettiler. Tek farkı olan içinde savrulan dalgalar oldu. Geldikleri yerlerin de koca dağları, bayırları, sert kayaları vardı. Onlarla denizi eşitlediler. Şehirlerde de kuşlar havadan uçuyor, örümcek ağ örüyor, balıklar suda yüzüyor, çocuklar süt ile besleniyor. Belki de onlara en ilginç gelen, kentli giyimleri, belki de sinema. Öyle ya şehirde de insan aç oluyor, yorulunca uyuyor ve dinleniyor geçiyor yorgunluğu. Keyifli günleri de kederli günleri de oluyor insanların.

 Merak ettikleri şehir o zaman dedemin insancıklarına pek de farklı gelmemiştir.  Biz de orada köyde yaşadığımız gibi yaşarız dediler. Zaten köyde duydukları vardı. Anlatıyorlardı insanlar birbirlerine. Hatta ballandıra ballandıra, şehrin ışıkları, tüten bacaları, evleri.

 Eh, öyleyse değişen bir şey yok. Köyde sokak yok, bahçeye dökülür artıklar, tavuklar, hayvanlar yesin diye. Son model, marka giyen kızımız için de bahçe sayılırdı sokak. İç sigarayı açıkta, at sokağa. İstersen tükür. Hayat, böyle de demek ki yaşanıyormuş şehirde.

Kabahat, kusur?.. Yine bizim meslekte. “Öğretmen, nasıl anlatmadın şehri insanlara?” diyecek bazı insanlar. Olsun biz zaten alıştık her gün dövülmeye, eleştirilmeye, sürülmeye. Ama sakın ailelere, dokunma, bir de din adamlarına, “kent nedir, kentli nedir, kültür nedir, ilerleme, gelişme nedir?”, asla sorma. Onların sanki görevi değil. Çevir çevir, döndür döndür vur öğretmene. Halbuki beyefendi, akıl hocası bilirdi öğretmeni dedemin insancıkları.

Geçmişin hikayesi, günümüzün tecrübeleri ve sanata bakışını, edebiyatını, resmini harmanladığımız sohbete başlayalı bir iki saat oldu. Vakit geçti. Şehrimizi, dost sohbetine boyadık ve iyi akşamlar diyerek ayrıldık.

 Zaman zaman kafelerde de dost sohbetleri, edebiyat, az da olsa sanat var. Ama bir de çıkmasa karşımıza sokağa tüküren, çöp atan, sigara izmariti atan insanlar. Hele de bu tipler son moda, marka giysi içindeyseler. Biz kafe diyoruz, dedemin insancıkları kıraathane derlerdi bu yerlere. İsim de şekilde, sohbette değişti bu yerlerde.

Son sözümüz şöyle olsun. Bu sohbetin anısına. Bu şehre pisliklerini bırakıyor martılar, bir de sokak köpekleri. Sen de o gözle bakma. Son hatırlatma.

Bu şehre salı günleri gelen dedemin insancıkları, mahalle köy arasında bulunan taş çeşmelerde silerlerdi, ‘seval’ ya da ‘tor” marka lastik ayakkabılarını.

Bence bu şehre bakmak değil, bu şehri görmek gerek. 

Hava alanlarında söylenir ya ‘son çağrı’ diye. Bu da benim son çağrım olsun: Bu şehir, hepimizin büyük evi. Sokaklara çöp atmayın, gürültü kirliği yapmayın, yeşili koruyun, koca koca binaları rant için yapıp da gökyüzünü kapatmayın. Kafelerde hep dedikodu yapmayın biraz da sanat, kültür edebiyat konuşun. Sevgi yayın bu şehre.

Bu yazıyla resmettiklerim, aslında o akşam yaşadıklarım ve duygularımdır. 

Güzellik gelecek, duyarlı insanlar olacak. İşte bu da bizim içimizde bir umut.

Eğitime ve öğretmene kulak verin bakın çok şey düzelecektir.

O gece o kadar güzel bir sohbet yapıldı ki sanki bir yanardağ patladı içimde. Teşekkürler o sohbete katılan isimlerini yazmadığım herkese. Döküldü ağzımdan bu cümleler.

 İyi tatiller çocuklar. Sizler, sakın ha sakın o abla gibi sigara içmeyin sağlığa zararlı ve çöp atmayın. İyi tatiller sizlere de öğretmenlerim. 

Bizim için mi?

2024 yılı ‘Emekliler Yılı’ denildi ya... Artık bozdurup bozdurup yeriz, bilinmez belki Dubai'ye belki de Havai adalarına gideriz. Belli olmaz, belki de bir karavan alır veya yat, tura çıkarız. Bizi düşünmeyin bakın bize verildi koskoca bir yıl. Oyalanın diye.

Dostlara selam. Sizlerin de güzel sohbet anlarınız olsun dostlar.