Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 02.04.2024 01:18

HATIRLATMA...

Saat iftar vakti, telefon çaldı. Sakın ha o eski günleri, geceleri hatırlatma.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

 

Uzakta bir dost mektup yazdı. Okuma bilmezdi ana. Mektubu aldı komşuya gitti, ilkokula giden evin çocuğuna okuttu, hatırlatma.

Yeni evlenmişti kız. Yavuklusu, üç aylık evliyken askere gitti. Bir mektup yazdı, bir ucu yanık. Zarfın kenarları; mavi, kırmızı kenar süslü. Geline verildi mektup. Kız da okuma yazma bilmiyor yazık. Aldı mektubu, düşündü taşındı; bu mektubu kime okutacak? Erkek çocuk var ama o evde okula giden kız çocuk yok. Asker mektubu yavukluya yazılmışsa erkeklere okutulmaz. Bakarsın mektupta yazılanlara onlarca şey ekler. Gider mahallede söyler. Oldun mu mahalleye rezil. Aklına geldi bir fikir. Söyledi kaynanasına, "çeşmeye suya gideceğim" diye. Aldı eline güğümü, koynunda eşinin süslü mektubu, vardı bahçenin dibine. Gitti komşu Asiye Teyze'ye. Komşu kızı Fadime gidiyordu ortaokula. Bu mahallede ortaokula giden tek kız çocuğu, numune. Verdi kıza mektubu, çekildiler karayemişin dibine. Fadime bir solukta okudu. Okurken de yüzü kızardı. Asker oğlan özlüyormuş, çok seviyormuş. Askerin yavuklusu "bir daha oku” diye yalvardı. Çıkardı yan cebinden bir sarı kurabiye verdi Fadime'ye. Zaten Fadime'de bekliyordu bir daha okutsun diye; onun da gönlünü almıştı bu mektup. Okudu, "her şey gönlünüzce olsun, tez kavuşun" dedi ve mektubu uzattı. Gelin bir hazine gibi mektubu koynuna soktu, sakladı. Söz istedi Fadime'den, burada okuduklarını sakın kimseye söyleme. Gel bize sana yufka tavası benden dedi. Gitti çeşme başına, güğüm çoktan dolmuştu. Su akar boşuna. Aldı güğümü vurdu beline, güle oynaya geldi eve. Kaynana bir şeyler sezdi ama söz söylemedi. Ben de yaptım zamanında dedi, içten içten güldü. Ucu yakılmış asker mektuplu günleri; hatırlatma.

Yaşanası şeylermiş yaşadıklarımız. Ezanı müezzinler okurlardı minarelerden. Cami hocalarına yemek verirdi sıra ile insanlar. Hemen yayılırdı mahalleye kim ne yemek verdi diye. Sonra başlardı bir dedikodu şu yemek iyi, şu yemek az diye. Hatırlatma...

Bazen değirmene buğday ve mısır götürürdü kadınlar. Sonra benim unum az seninkisi çok, yoksa değirmenci benim undan mı aldı senin gebizi diye, içlerine düşerdi bir şüphe. Yorulur otururlar bir kayanın üzerine; başlarlardı konuşmaya, muhabbete. O kadar hoş gelirdi ki bu sohbet; unuturlardı yorgunluğu, kurur giderdi terleri. Çok ağır yaşamdan geçti kadınlar; hatırlatma...

Koca denizlerin küçük küçük takaları vardı. Motorları yok, elle çekilirdi kürekler. Bir fırtınaya tutulmuşsa balıkçı, pır pır ederdi yüreği. Bir an karaya varmak için yorulmadan asılırdı küreklere. Düşüncesi yaşama tutunmaktı, dalgalara kafa tutmaktı; hatırlatma.

Eskiden de insanlar türkü, şarkı severlerdi. Ama her evde radyo yok. Komşuda varsa bağırılırdı karşıdan: “Huuu komşu şu radyonun sesini aç, çok severim o türküyü.” Sesi kulağımda dün gibi Nezahat Bayram'ın, Hamiyet Yüceses’in, Sadi Hoşses’in, Zeki Müren'in, Yıldıray Çınar'ın. Çarşamba'yı sel aldı derlerdi. Ama bakıyorum Çarşamba da Perşembe de yerinde. Hekimoğlu derlerdi bir yiğidin adına. Trabzon içinde bilmem duruyor mu hâlâ o kalaylı kazan? Arafilboyu'nda filim çeviriyor mu Tanju Gürsu? Türkan Şoray'ı, Muzaffer Tema'yı, Orhan Günşiray'ı, Erol Taş'ı, Hayati Hamzaoğlu'nu, Konak, Melek, Sümer, Saray, İnci sinemalarını; hatırlatma...

Eh gelelim son durağa. Vuralım Zeytinlik Mahallesi'nin dik yokuşuna. Asil bir duruşu vardı o binanın. Bilmiyorum şimdi Nisan yağmuru yağıyor mu Boztepe eteklerine. Bir çay içmek isterdim kantininde. Ama şimdi yok, yerinde yeller esiyor. Bakmayacağım salınan çamlarına ve güvercinlerine. Bu gönül dostları, mavi, ela, yeşil, siyah gözlerini unutur mu? Artık Nemlioğlu Konağı’na çıkmıyorsa da adımlar, bahçelerde solmuşsa çiçekler, o sıraları ve o öğretmenleri hatırlatma...

Gözüm dolar, içim gider. Hâlâ sesi kulağımda sıra üzerinde şarkı söyleyen arkadaşların. “Delisin, delisin” diyorlardı. Hakikaten deliymişiz meğer; o yılları hatırlatma.

Ders anlatan öğretmenleri, hatırlatma... Artık yoklar, yazsam tek tek isimlerini sayfaya sığmaz. Söz sana, ağlamayacağım, yeter ki sen hatırlatma.

Son arzumu sorsalar ölmeden önce. Geçmiş günleri hatırlatma derim.

Siz; sizler bakmayın benim böyle saçma sapan sözlerime. Bir sevginiz varsa geçmişte; yaşatın, hatırlayın derim.,

Bir de şu günlerde sokaklarda, kuru kalabalık gürültülerin; bir de mazilerini hatırlayın derim.

Bana geçmişten söyleme. Hatırlıyorum yeter ki sen hatırlatma. Baksana o eski tatlı sözler yok artık. Eski zaman mı?  Bir şarkıydı, nakaratlı sözlerini hatırlatma.

Gelecek mi? Gelmeyecek; hiçbir zaman. Geçmiş, olacak şu an. Bu da en son hatırlatma. 

Hatırlatmalar, Hayyam'ın şu dörtlüğü ile son bulsun:

“Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar.

Altına baktım; çürüyüp toprak olmuşlar.

Yokluk ovasında başka ne var ki zaten;

Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var."

Bu günlerde dünyayı allayıp pullar, boyarlar gözünü. Böyle geldi, böyle gidecek. Sen sen ol ne kalp kır ne de sevgiden uzak dur. Bu da olsun son hatırlatma…