Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 17.01.2024 12:27

KIŞ

Kış geldi. Kar geldi gelecek. Belki de gelmek için okulların tatile gireceği günleri bekliyor kar. Çünkü karı en çok küçük çocuklar seviyorlar. Bir de tuzu kuru, karnı tok, reklamı çok seven zenginler.


 

KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

 

 Çünkü onlar için plajlar ve yüzme havuzları ne ise kışın kayak ve kayak merkezleri de aynı. Kayacaklar, basına resim verecekler, televizyonlarda görünecekler. Ama çocuklar öyle değil. Çocukların masumdur kar oyunları. Kar yağarken hoplar, zıplar, karlarda yuvarlanırlar. Kar topu oynarlar, kardan adam yaparlar.

Eskiden daha soğuk geçerdi kışlar. Köy evlerinde ‘aşana’ denilen yerler vardı. Başta ocak, içinde ateş yanar, tüm ahşap evi ısıtırdı. Geceleri evin halkı bu ateşin başında toplanır ya mısırı koçanından ayırır ya da tütünü demet ederlerdi. Evin en yaşlı ninesi bir köşede oturur, yün tarar veya yün çorabı için kerman çevirir iplik yapardı.

Daha sonra sobalar çıktı. Sobalar bugünkü kaloriferin yerini aldı. Ama kışa yakışan ocaklardı, ocak ateşiydi sanki. Ocak ateşinde kütür kütür, çıtır çıtır yanan odunlar evi ateş nağmelerine boğardı. Sanki çocuklara “kalkın, bakın sizler için yağmış kar” müjdesini verirdi.

Kar yağınca evlerin pencerelerini tıklatırdı kuşlar. Yem peşinde koşardı bozbakallar. Hiç onurundan taviz vermezdi karatavuk. Defneden defneye koşarken, sarı gagası ile ‘yaşasın kış’ diye haykırırdı.

Yazın ağaç dallarına çıkan tavuklar, kümesin kapısından başlarını uzatır hava soğuk diye dışarı çıkmak istemezlerdi. Ama kümesin horozu erkekliği elden bırakmaz karıştırırdı hayvan gübrelerini. Yem bulunca da kanatlarını çırpar, tavukları ‘guguk, guguk” diye gururla çağırırdı...

Evin annesi açardı ahşap eski radyoyu. Kısa dalga, uzun dalga, orta dalga. Çevirirdi düğmeleri. Bir ses gelirdi. Sanki mevsimin türküsü. Sesini daha da açarak dinlerdi evin halkı. Belki karşı komşu da. O zaman radyosu olan ev, fiyakalı ev sayılırdı.

“Aman şimdi, yaman şimdi

Dağlar başı duman şimdi

Sevilmesi hoştur ama

Ayrılması yaman şimdi...”

Peşinden Nezahat Bayram çekerdi bir uzun hava: “Erzurum dağları kar ile boran.” Evin gelini iç çekerdi. Daha bir ay olmuştu evleneli, eşi kamyonla düşmüştü yollara. Nasıl iç çekmesin ki?..

Kar, sanki doğayı temizleyen beyazlık. İnsanlara ders veriyor adeta. Hatta hesap soruyor. Nedir bu dünyaya bıraktığınız perişanlık? Çöpler, molozlar... Yakışıyor mu size? Bakın temizlik ne de yakışıyor dünyaya. Dallar, yollar, dağlar beyaz bir yorgan altında uyumakta. Yaz yorgunluğunu çıkarmakta. Sadece dertli olan, kavalını yaylada kıl çadırda unutmuş çoban. Bir de karınlarını doyurmakta zorlanan, doğada yaşayan canlılar. Ama yılan toprak altında uyumakta, boz ayılar çoktan kış uykusuna yatmış. Sürüler yavaş yavaş sahillere, ovalara göç etmekte.

Evin annesi ve nineleri çoktan kış yiyeceklerini hazırlanmış. Reçeller cam kavanozlarda, turşular küpte, zeytinler sepette. Kazanlarda kaynatılmış bulgurlar torbalarda. Şimdi kar altından çıkarılmış karalahanadan yapılan çorba buram buram tüter tencerede. Ortasında uzun saplı büyük bir kepçe. Çocuklar çok severler ekmek üzerine sürülmüş ev yapımı pekmezi. Tütünler nem kuyusunda demetlenmek için beklemekte. Sanki kış meyvesi narlar ile ayvalar birbirine darılmış. Hırsından nar ortadan yarılmış  sırıtıyor sepette. Bazı ayvalar bu manzara karşısında yüzünü buruşturmuş, tüylerini bir çocuk döksün istiyor. Ama hangi küçük çocuk bakar buruşmuş bir ayvaya? Nine derki toruna: “Çok güzel ayva. Benim dişlerim yok ki yiyeyim. Ayvalar sizler için, nar suyunu bana bırakın yeter.” En kilitli yerde saklanır arıdan ayrılmış ballar. Eve gelecek en değerli misafiri beklerler sandıkta. İnsan düşünür arı çalışır, insan toplar, yer. Sanki bu olaydan doğmuştur emperyalizm. İster istemez gelir akla. Acaba balı alınan arıya bu durum nasıl gelir? Belki de bu yüzden arı insanı ‘vııızz’ diye sokar.

Bakarsın köşede oturan evin gelini yaşmağını önüne çekmiş, bakıyordur askerde olan yavuklusunun resmine. Ulu orta bakamaz ya. Evde var kaynana... İç odada, iyi musiki bilen ve sesi güzel hafız kız, zaman zaman kurandan ayetler okur, kar lapa lapa yağarken de bir şarkı tutturur.

Kış günleri iş az olur. Evin erkeği kıraathanenin yolunu tutar. Evin dedesi sakladığı Yemen kahvesini çıkarır uzatır geline, “Kızım yap bana kuplsuz Mekke fincanında bir kahve” der. Kadınlar ve çocuklar köşede oturmuş, kara ateşte demlenmiş tavşan kanı çaylarını içerler. 

Bazı kış geceleri yapılır evlerde kış eğlenceleri, bazen de evlerde bilhassa erkekler ‘ahval-ı siyaset’ konuşur. Kadınlar hiç de memnun olmaz bu saatlerden. Hatta evin en yaşlı kadını seslenir. “yatsı ezanı okundu, bırakın boş konuşmayı alın abdestinizi kılın yatsıyı, edin duanızı, gidin evlerinize yatın” der. Biraz da sesini yükseltir.

Eskisi gibi kar yağmıyor artık. Eskisi gibi geçmiyor kış geceleri. Değişmeyen iki şey var: Kar yağmasına sevinen çocuklar bir de yıllardan beri hep beyaz yağan kar.

 Ressam olsan nasıl yapardın eski kış gecelerini ve bugünleri bilemem. Ama bildiğim tek şey var. Bol beyaz boyan olmalı, bir de çocuklar.

 Kış, yaz, ilkbahar, sonbahar derken bir ömür geldi gitti. Bakıyorum şimdi kimsenin yaza da kışa da aldırış ettiği yok. İyi ki çocuklar var. Onlar ile daha güzel oluyor kış ve bahar.

Doğa en güzel uykusuna yatar kış günleri.

Bekliyoruz seni kar. Artık geleceksen gel şu kış günleri. Eskiden kış günleri genç kızlar alırlardı ellerine gergefleri, başlarlardı nakışa. Bakıyorsun şimdi nakışlar da ithal. Duygular da. Eski tat yok artık şimdiki kış günlerinde. Ama yine de beyaz şarkısını dinlemek isteriz karların.

Kışın ve karın da bir hikmeti var. Karın ilhamını sadece çocuklar çözer. Hepinize sıcak kış günleri.