Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 30.01.2024 12:44

KIŞ GECELERİ

Eskiden kış geceleri büyükler küçükler ocak başında oturur sohbet ederlerdi. Daha sonra soba çıktı. Bu defa başladı soba başı muhabbetleri. Bizim burada fırınlı sobalara "peşko" derler. Hatta bazılarının üstünde su kazanı ve çay demlemek için demlik yerleştirilecek yerleri vardı.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

Zaman zaman kestane atılır fırınına "kestane kebap, yemesi sevap" denir ve çıtır çıtır pişen kestaneleri yerdik. Kestane olmazsa patates atar fırına sıcak sıcak alıp çayla içerdik. Bilhassa fırının üstünde mısır patlatmayı çok severdik. Hatta bu mısır patlağına "goşa" derdik. Eğer ocak başındaysak mutlaka saç ayağı üzerinde tencere, içinde kar altından çıkmış lahananın çorbası pişerdi. Ya da kış ayvasını haşlar birbirimize ikram ederdik.

Biz çocuklar en çok hoşlandığımız şeyler, ninelerimizin veya dedelerimizin bize anlattığı masallar ve fıkralardı. Fıkra anlatma bir sanattı. Fıkra kahramanlarının dili ile konuşacak, jest ve mimiklerle olayı canlandıracaksın. Her adam fıkra anlatamazdı. Biz de en güzel anlatana anlattırır, gülerdik.

2024 yılına geldik. Şimdi çok şey değişti. Renkler yoruldu, günler soldu. Hatır gönül sorma kalktı. Hatta misafirlikler de ocak başı sohbetleri de çok uzaklara gitti. Ama bizim bir grubumuz var. Bu eski geleneğe on seneden beri devam ediyor ve ayda bir kere bir evde toplanıyor eski günleri yad ediyoruz. Bizim grupta en güzel fıkrayı Adnan Ertem anlatır. Lise yıllarının iyi tiyatrocularındandı. Rahmetli İzzet, Halil (lakabı nene), Fıtnat. Haşmet Çanakçı. Rahmet olsun ruhlarına. Yaşayanlardan Zafer Acuner, Kemal Öztürk, Nursal Şeşen, Asuman Boğuşlu, Ülker Armutçu, Hasan Mumcu, Muammer Markal, eh kıyısından köşesinden biraz da ben, Mahir Çolak. Aile grubumuzda bu dostlardan bir kısmı hâlâ daha var. Bir de Akçaabat Lisesi’nin ilk mezunları her yıl bir ilde toplanırız. 

İnsanın kıyısında köşesinde bir dostu ve seveceği biri olmalı. Dostun, arkadaşın bir değeri var.

Ayrıca eskiden elimizden düşmeyen ve çoğu zamanımızı alan el telefonları yoktu. Bizleri hayata bağlayan arkadaştı, çiçekti, böcekti, kitaptı. Biraz yokluk vardı. Ama o yokluklar içinde, dağda bayırda hayatı yaşardık doya doya.

Çok şey istemezdik. Yirmi beş kuruşumuz varsa on kuruşluk ekmek, on beş kuruşluk helva alırdık; ya Şeker Usta'nın fırınından veya ortaokulun karşısındaki Zikrullah Aga'dan yerdik. Hatta yiyemediğimiz ekmeği öper, alnımıza sürer -öyle sokağa atmaz, çöpe atmaz- bir duvarın deliğine koyardık. Ekmek kutsaldı bizim için.

Ayaklarımız çıplak, kâğıttan top yapar çimenler üzerinde oynardık. Oyunlarımız vardı: Alda vur, gulik, topaç, firar, İstanbul taklası, tek ayak, gogles, pul oyunu, mendil kapmaca, yakan top, istop, çelik çomak, fodik taşı, uzun eşek, çember çevirmek, misket oyunu, ceviz oyunu, sivi sivi, kör ebe, güreş, voleybol, yüzmek gibi.

Yağmuru durdurmak için çayırı birbirine bağlar “yağmur dur” der, taşın altına koyardık. Gökkuşağının altından geçmek için dağlara doğru koşar, kar taneleri ağzımıza düşsün diye ağzımızı havaya açar, kayar düşerdik. Kar topu oynardık ama eldivenlerimiz yoktu. Kardan adam yapardık, havuçtan burnu olmayan. Havuç yerine kömür kullanırdık. Korkuluklar yapardık, kuşlar buğday tarlasına girmesin diye. Tütün çok iyi olursa tütün tarlasını ortasına bir inek kellesi ve yanına gogle kabukları koyardık, nazar değmesin diye. 

Tütün kaçakçılarını kovalayan kolcuları seyrederdik uzaktan. Süngülü jandarma askerleri gelip giderken asker selamı verirdik kendilerine.

Şarkılarımız vardı pazar sabahları istekle söylenen. Kimimiz Barış Manço’yu severdi, kimimiz Cem Karaca'yı. Hayat ve Ses mecmualarını bulursak okurduk.

Bir yudum sevgi için dünyalar verirdik. Bazı kış günleri çok hırçın yağardı kar. Evlerde hapis kalırdık. Çeşmeler uzakta olduğundan karları tencereye koyar kaynatır suyundan faydalanırdık.

Bir daha asla gelmeyecek o günler. Ama o günlerden dağarcığımda kalan birkaç fıkrayı paylaşayım sizlerle. Nasılsa gece. Hem de kış gecesi. Unutmadan yazayım, okuldan tebeşir alır duvarlara yazardık sevdiklerimizin adını. Çocukça işte. Hatta bu yüzden kavgalar da olurdu ara sıra. Şimdi geceleri o günleri sayıklıyoruz.

Bu geceki dost sohbeti adına:

Temel'e işe girmek için sağlık raporu lazım olmuş. Gitmiş tam teşekküllü hastaneye. Epey muayeneden sonra doktor, “Kulaklarınızdan ya da burnunuzdan bir şikâyetiniz var mı?” diye sormuş. “He ya” demiş Temel. “Özellikle fanilamı çıkarırken çok zorlanıyorum.”

Küçük çocuk babasına sorar: “Baba evlenmek kaça?” Baba cevap vermiş: “Bilmiyorum oğlum, hâlâ ödüyorum.”

Ünlü yıldıza arkadaşı sormuş: “Kocana ilk görüşte mi âşık oldun?” Ünlü yıldız cevap vermiş: “Hayır ikincide... İlkinde bu kadar zengin olduğunu bilmiyordum.”

Temel'in benzini bitmiş. Arabayı sağa çekip depo kapağından içeri işemeye başlamış. Yoldan geçen biri, “Bu senin yaptığın normal mi” demiş. Temel, “Yok, kurşunsuz.” Diye cevaplamış.

Bizimkisi nostaljik kış sohbeti olsun diyedir. Neşeli, bol kahkahalı güzel günleriniz olsun.