Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 06.02.2024 12:09

ŞEHRİMİN SOKAKLARI

Geçen gün, yokuşlarından indim şehrimin. Baktım, yorgun insanlar çıkıyordu yokuşları. Ellerinde bir paket, alınlarında yorgunluğun terleri. Karşımda vadi içinde uzanıyor TOKİ Evleri. İz bırakmış tarihe Trabzon Hisarları. Üzerlerine restorasyon diye eklemişler şekilsiz, uyduruk taşları.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

 

İnsanlar geçiyordu sağdan soldan. Ne ben onların umurundayım ne de onlar benim umurumda... Araçlar sıra sıra özensiz konmuştu kaldırımlara. Esnaflar dizi dizi, kimi peynir satıyor, kimi yağ, kimi yumurta. Sokak satıcıları yok. Köşe başlarında simitçi, üşümüş cebinde duruyor elleri. "Simiiit, simitçi" diye bağırmak yasak.

Dikkatimi çeken yine o eski zamanlardan kalan bağırmalar, gürültüler. Simitçiye yasak olan, balıkçıya, manava serbest. Ama zaman içinde yok olan; arkalarında sepetleri, yük taşımak için bekleyen hamallar. Üç fırın bir arada. Galiba marka olan "Rüştü'nün Fırını". Ama diğer fırınların da kalite konusunda farkı yok ondan. Baktım karşıda aralıkta "Kalkanoğlu Pilavcısı". Aynı lezzet mi? Tatmadım, bunu söyleyemem. Caka, fiyaka sanki devam ediyor, aynı ruhla. Denizi aradı gözlerim; çoktan uzak düşmüştü şehirden. Önümde koca bir cami ve çizgi çizgi sokaklar. Duraklarda, sıra olmuş dolmuş bekleyen kalabalıklar. Bazı çılgın insanlar gördüm. Geçiyorlardı kırmızı ışıkta; gelen araçlardan korkmadan.

İçimden geldi; yürümek istedim Faroz'a. Sağımda yapay çimden futbol sahaları. Çocuk beyinleriyle şöhret olmak için sahada top koşturan küçükler. Hâlâ denize gözüm değmedi. Eskiden buralar böyle değildi. Buralardan geçerken karşılardı seni, rüzgârla deniz esintileri. Sıra sıra kayıklar, damlara asılmış ağlar vardı. Bir de martılar. Ölüm kervanı dalgalara kafa tutardı, korkusuz balıkçılar küçücük tekneleriyle. Dik baştı bölge insanı. Korkusuz, muzip ve heyecanlı. Bundan belki de almıştı bu yöre "Faroz" adını. Ağ örer, canı sıkılır kemençe çalar, kalkar horon teperler. Sonra yeni moda oldu "karşılama". Oynar oynar yorulmaz. Döner denize "oh dünya varmış" der. Şimdi yaşasaydı o ünlü şairler, neler yazardı Faroz insanına? Mesela Bedri Rahmi?... Faroz feneri oradaydı ama yoktu artık eski neşesi. Sanki bana Faroz biraz tarumar geldi. Yoksa ben mi yanıldım? İnsanlar artık gömülemiyor denizin içerisine. İçi dışı, sokağı, caddesi balık kokmuyor artık. Hamsi vakti kurulmuyor sokaklarda hamsi ızgaraları. Uzanmıyor kadınlı erkekli balıkçılar, neşeyle yeşil maviliğin derinliklerine. 

 Eskiden Faroz, ünlü bir ressamın elinden çıkmış güzel bir tabloydu. Baktım evler köhne ve çökmüş. Yılanyutan gibi aralara girmiş beton binalar. Mavilikten, yeşillikten, ışık çığıltısından eser yok artık. Renkler sanki sokağa dökülmüş. Çizgi çizgi. Geçmişi hiç hatırlatmıyor ki... Sadece uzaktan gördüm; şimşekle  çatlayıp yarılan gökte, ufku bölen gök kuşağını. Sevdim, yağmur çise çise başıma düşerken. Ne türkü sesi duydum ne de kedi miyavlaması. İçim buruk, yavaş yavaş Ayasofya'ya doğru kaydı adımlarım.

Önce, Yeni Mahalle evlerini aradım; yoktular. Sonra, eski fuar alanında kalkıp konan güvercinleri sordum. Sır olup uzaklaşmışlar. Belki de martı korkusu kaçırmıştı onları. Biran düşündüm nasıl silerim içimde savrulan fecri? Gördüklerim hemen sildi bile.

Güneşi gördüm, yağmurla ıslanmış güneşi. Başına almış kara bulutu sanki elveda diyordu şehre; Akçaabat'ın ötesinde Yoroz’da. Sermişti son parıltısını Karadeniz'e. Sanki bir dramı oynuyordu. Gidecek, yok olacaktı az sonra.

Uzaktan tepelere baktım. Işıl ışıl karlar . Yine sahilde karabataklar, yem arıyorlardı döne döne. Azgın boğalar gibi sahile saldıran dalgaların üstünde; bir çıkıyor bir iniyorlardı. Ayasofya'nın altında artık yoktu o gazinolar. Yerlerinde insan eliyle yapılmış çiçekli bahçeler ve Trabzon'a karşı horon oynayan, demirden figür heykeller. Sahilde sıra sıra büfeler. Çaylar demlenmiş müşteri bekliyor.  Alt geçitler; demirden üst geçitler. Yorgun adam çıkamaz.

Deniz dolgusu, çok çirkin geldi gözüme. İçinde yabani otlar, hurdalar, böcekler, boz bulanık kıyılar. Sanki, şarapçıları bekler geceleri. Artık yanaşmıyor bu kirli kıyılara cıvıl cıvıl balıklar. Esmiyor eski güzel rüzgâr. Uzunkum; uzun bataklık olarak algıladı gözlerim. Kadınlar plajından eser yok. Başıma da düşmedi hiç beyaz kanatlı, bal rengi gözlü martıların pislikleri. Çığlıkları da değişmiş.

Ben, o yosun kokmayan kıyılardan ilçeme doğru yürüdüm.  Çok yakın, denizde   yatan iki gemi gördüm. Yavaş yavaş içlerinden ışıklar doğacak. Acaba bu şehre bakıp da ne düşünmüştür o gemideki kaptanlar? Bunu da merak ettim. Onlar mavi dünyanın serserisi. Ne düşünecek toprakla dolmuş kıyılar için? Söyleyecekleri açıkça belli...

Yeter, çok yürüdüm. Artık yorulmuşum. Gördüklerim acı, boş. Ara sıra güzellikler görmüşsem de dindirmiyor yüreğimi. Artık gelsin bir dolmuş. Kurtarsın beni bu düşünce yorgunluğundan. Bahçecik'ten başlayıp burada son buldu yolculuğum.

Yarıldı içimde dün, sanki orada yürüyen bir yolcuyum. Dünün siyahından, beyazından bugünün renklerine doğru yürüdüm. Kâh mahzun çocuk oldum kâh düşünen yaşlı biri. Ya mayıs kelebeği gibiydim, bazen kâğıt gemisi ile sulara açılan bir kaptan. 

İsterdim bu yolculukta karşıma çıksaydı eski bir arkadaş, dost. Olsaydık sarmaş dolaş. Ben her gün böyle yayan, bu sokakları gezmeye cesaret edemem. Bir delilik yaptık yürüdük; sokakları, dün ve bugün benimle yan yana.

Değerleri koruyamadık, biraz da üzüntüm ondan. Akmıyor Hacıbeşir Deresi artık menekşeler ve çiçekler arasından. 

Ne zaman eski bir şarkı dinlesem ruhum gençleşir. Bu yürüyüşümle kendimi değil duygularımı dinlendirdim.

Dostlara selam olsun, Trabzon sokaklarından.