KÖŞE BUCAK
Mehmet Salih KÖSE
Eğitim Uzmanı
KAR YAĞARKEN DUYGULARA
Bu hafta ne yazacağım diye düşündüm. Acaba duygularımı tam yansıtır mı kalemim?
Dışarıya bakıyorum soğuk bir rüzgâr. Ara sıra sararan sazlar üzerine düşen kar. Sahilde çakıl taşlarını döven dalgalar. Suların kovaladığı beyaz köpük; yarısı çamur, koyu bir çamur ile bulanık kirli mavi sular. Dalgalar çığlık çığlığa, kabaran uçsuz bucaksız Karadeniz. Ne taşır sahile homurdanarak dalgalar? İnci mi, çöp mü, bir martının ölümünü mü?
Bir tarafta karanlıkta köşeye sinmiş, pusuya yatmış bulanık bir akıl. Mezarlardan korkmadan, insanlardan utanmadan soğuk mermer başlığı çıkarıyor mezardan. Heyhat, bazı akıl uzay yolunda, gezegende yeni hayat arıyor. Diğer akıl mezarlıktan mezar başlıklarını çalıyor. Bazıları denizlerin derinliklerini incelerken; bazıları var, denizin taşıdığı kumları torba torba çalıyor. Duyunca ve görünce bunları; kar yağarken, ciğerlerimiz eridi. Bırak kendi ruhunu ve benliğini; bir şehrin kimliğine leke vurdun. Mezar taşı çalan insan hiç de yakışmadı bu kente. Bu yapılan “kötülüklerin başı, rezilliğin en çirkini”dir. Eskiden dua ederek geçilirdi mezarlıklardan. Şimdi, mezar taşı çalma planı yapıyor kara vicdan. Hem de yol kenarında kimseden çekinmeden, Allah'tan korkmadan.
Kafam, karmakarışık. Bana teselli veren; dışarıda yağan kar. Belki de bir rehber arıyorum, beni güzel dünyalara götürecek. Olumsuz olaylar, ruhunu yorgun düşürüyor insanın. Sanki bir fısıltı üflendi kulağıma: “Hiçbir şeye şaşırma bu alemde. Çünkü burada her şey başkadır.” O zaman insan, iyilik defterinde günahını silecek bir sevap bulmalı. Yoksa vay haline... Sakin şehir, mutluluk şehri diyorduk; düştüğümüz bu hal ne? Sevgiyi, kardeşliği, şefkati unutan kalp, nasıl çarpar kaburga kemikleri arasından? Bana bıraksalar; çalan kim olursa olsun, tutuklarım. Benim hukuk anlayışım böyle...
Haksızlık etmeyelim biz tüm insanlara. O kadar da iyiler var. Trabzon'da resim sanatına damga vurmuş; vefakâr, bir candan bahsedeyim kısaca. Sanat tohumlarını Kastamonu'dan Trabzon'a doğru saçan. Resim sanatını, insan kalbinin içine, renkleri ile işleyen, sanatın duygusunu resimlerinde htiren; 1942 doğumlu Ressam Haydar Durmuş öğretmen. Güzel bir sergisi var Uzun Sokak'ta. Güzel Sanatlar Galerisi’nde 26 Ocak'a kadar açık. Tavsiyemdir, gidin gezin. Hatta bütçeniz elveriyorsa bir resmini alın. Göreceksiniz o resim, zamanla çok değerlenecektir. Haydar Durmuş Hoca çok mütevazı, çok candan ve sıkılgan. Bu değeri, Trabzon iyi değerlendirmeli. Müzesi var Arsin’de. Bence, Trabzon'a taşınmalı o müze. Belki de Haydar Hoca dürüst, dindar, onurlu ve edepli olması yüzünden, çok da öne çıkamamıştır sanat dünyasında. Yıllar önce duymuştum; sergilerinde kokteyllerde alkol vermiyor diye, bazı galeriler önünü açmadılar. Bu da sanata farklı bakış açısı. “Camiye giden resim çizer mi?” diyen birileri de var tabii. Hoca Cami cemaati. Resim çiziyor. “Deli mi ne?” Vah benim zavallı dünyamdan insan manzaraları. Öyle ya; yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Bir sanatçı bu iki zıt anlayış içinde ne yapar. Tıkar kulaklarını, Haydar Hoca gibi resim yapar, üretir. Allah, o yeteneği vermiştir kendisine, neden kuldan sakınsın. Bak, yetiştirdiği filizlenen gençlere veya genç delikanlılara. Bir kent ancak sanat ile gelişir. Sanat aynı zamanda barışın evrensel dilidir.
Bu sergiden çıktık, eve döneceğiz. Akçaabat'a. Sergide gördüklerim insanlar, genelde bizim veya bize yakın bir kuşak. Tek tük var Z kuşağı gençleri. Z Kuşağı Uzun Sokak’ta. Kahvede, elde telefon mesaj atmakta. Uzun Sokak’tayız. Yanımda Kültür Müdürümüz Turhan Bektaşoğlu ve Ekrem Hoca. Uzun Sokak cıvıl cıvıl, ışıl ışıl, renk renk. Ekrem Kutlu söylüyor: “Neden bizim kentimiz de böyle cıvıl cıvıl olmasın?” Ben, ne cevap verdim bilmiyorum. Ama içimden geçen şöyle bir his: “Ey vefasız zaman, neler aldın bizden? Biliyorum aldıklarını bir daha geri getirmeyeceksin. Ama çok hızlı aksan da bizi, o ruhumuzu yenemeyeceksin.” O zaman neden diyemedim Ekrem Kutlu öğretmenime: “Endişelenme, bu sanat dolu kara sevdanla bu kente sen de güzel şeyler vereceksin. Yeter ki bir güneşin, ümidinin bir ışığı, bir sevinç kaynağın olsun. O da sende var. Haydar Durmuş Hoca gibi herkese verilmeyen sanatın. Üret, yetiştir ve yay çevrene. Bu kent sanatla ancak ışıklanır. Sen bakma o her gün para peşinde koşan insanlara. Baksana Helvacı Mahallesi’nde mezar taşları çalınmış. İnsanlar farklı. İyi ve kötü. Güzel ve çirkin. Bu kentin köklerinde sanat var. Bazı insanlar unutsa da o köklerden filizler çıkar. Bunlar sizsiniz ve sizin yetiştirdiğiniz çocuklar.”
Yanlışlıklar, acı veriyor bana, güzellikler rahatlık. Zalimlerin, kötü kalpli kimselerin gönlüne sevgi dolsun istiyorum. Galiba bu saatlerde yağan kar sevgi dolduruyor bazı kalplere. Bilhassa da çocuklara. Yeter ki sokakta üşüyen hiçbir canlı olmasın. Kar yağıyor tepelere. Ruhumda bir hafiflik, çevrede bir temizlik var. Karlar gibi sade ve beyaz olsa dünya. İşte bunun için sanat var.
Karlar düşüyor yerlere. Hâlâ kadın cinayetleri. Ölüm sahneleri. Çocuklar görüyorum kar topu oynuyorlar, kardan adamlar. Bir market; kapısında kara kaderli bir kadın, yanında gülümsemeyen bir çocuk. Suskun. Elini uzatıyor, başı eğik. Bazı insanların hâlâ dilinde para, pul, dolar; kıymık kıymık yüreklerinde. Köpekler dolaşıyor sokakta. Kimi aç, kimi zayıf, kimi şişman.
İniyor dağ, bayır kar. Yeşil kalan dallarda parça parça beyazlık. Bir levha: “Sanat, spor, turizm kenti.” Levhanın bir ucu kırık, bir tarafında pas var. “İnecek var” diye sesleniyor ayakta kalan son yolcu. Sürücü öfkeli: “Bu karda dur denilen yerde durulur mu?” Adam kızgın, fırlıyor dışarı. Alnına dokunuyor soğuk kar. Kar sakinleştiriyor o kızgın bedeni. Bu da güzellik değil mi? Nereye baksam kar, nereye baksam soğuk. Döne döne keyifli keyifli iniyor kar. Karın da kendine göre namesi var.
Bu hafta böyle bir yazı işte dostlar. Hepinize selamlar. Çalınan o mermerler de soğuk, yere düşen kar da. İyi ki sanat var, içimizi ısıtan; ruhumuza sevgi saçan. Haydar Durmuş Hoca'nın “Yorgun Renkleri” güzel gelir bu karlı günlerde sizlere. Hepinize iyi haftalar.