VİJDAN (!) MES’ELESİ
Abdi, her zaman yaptığı gibi hem nalına hem mıhına vurmaya devam ediyor.
Beraber yola çıktığı, kader birliği yaptığı, iyi günde ve kötü günde sevinçlerini ve dertlerini paylaştığı yandaşları ile yoldaşlarının kocaman kocaman hatâlar yaptıklarını teferruatıyla anlatıp, onları iyice haşlıyor.
Ama yeni gelin gibi yine de ‘hem ağlıyor, hem gidiyor.’
Yani yandaşlarından ve yoldaşlarından kopamıyor. Aslında kopmuyor, daha doğrusu kopmak istemiyor. Zira ömrünün ahir zamanında yem borusunun kesilmesine ve yandaşları ile yoldaşları arasındaki itibarının yerle bir edilmesine gönlü razı gelmiyor gibi bir görüntü oluşturuyor.
Sızlandığı konularla ilgili olarak yazılarında sürekli bahsini ettiği ‘vijdanı’ (vicdan değil) acaba ne gibi bir tazyikle karşı karşıya kalıyor, bunu da kimse bilmiyor. İçinde yaşadığı topluluğu evirip çevirenlerin hatâlarından idâre edilenlere yansıyan olumsuzluklar, gerçekten Abdi’yi rahatsız ediyor, ‘vijdan’ını yaralıyor mu?
Bu arada efendi, kurtarıcı ve müjdeci diye bellediği ulu önderini ortaya koyduğu sayısı bir hayli kabarık yanlışlardan berî sayıyor ve ulu önderini dolaylı olarak ululuyor. Yani yapılan bütün yanlışları her zaman ve mekânda başkaları yapmış olup, ulu önderinin bu yanlışlarda hiçbir dahlinin bulunmadığını ve bulunamayacağını imâ ediyor.
Abdi’nin böyle de bir şark kurnazı kişiliğine sahip olduğu anlaşılıyor.
Zaten onun içinde yaşadığı topluluğun her türlü siyasî ve sosyal hareketliliklerinde faal olduğu epeyce bir zamandan beri biliniyor.
Eski zamanlarda kendi itikadına ve siyasî anlayışına taban tabana zıt olan şahıslarla birlikte televizyon ekranlarında şirinlikler yapıyor ve genel deyimi ile ‘Pollyanacılık’ oyununu oynuyordu. Hemen her siyasî oluşumun içinde yer aldığı görülüyordu. İnsani yardımların mağdurlara aktarılması için gerçekleştirilen organizasyonlarda, sonra açılımlarda daha sonra saçılımlarda rol alıyor yahut kendisine rol veriliyordu.
Böylece Abdi, her devrin adamı, her devrin akıl hocası, her devrin fikir babası olarak içinde yaşadığı topluluğa akıllar ve fikirler vermeye devam ediyor.
Yakın zaman içinde yazdığı köşe yazısında karılarla kızlarla ilgili olarak yapılan bir sözleşmenin çok büyük yanlışlar içerdiğini ve böyle bir sözleşmeye imza atılmasının vahim bir hatâ olduğunu beyan ederek çığlıklar atıyor. Ve diyor ki:
‘...Büyük hayaller ve umutlarla çıkıldı yola. Bugün gelinen noktada neleri konuşuyoruz. Bakın… Bu fitneyi durdurmadığınız takdirde büyüyen öfke ufkunuzu karartacaktır. Aile kaybedildikten sonra onun yerine koyabileceğiniz bir şey yok. Bakın Mescid-i Aksa’yı açsanız da bir şey değişmez. Açıp iyi edersiniz de, helak kapılarını çaldığında Lut kavminin başında bir peygamber vardı ve mabed açıktı. Bugünkü başımızın belası aile ve aileyi tehdit eden fahşa! Bu sözleşmeler de bununla ilgili…’
Her devrin akıldânesi Apti’ye sormak gerekiyor:
Ya Apti!
Yandaşların ve yoldaşların sizin artık eski siz olmadığınızı, emir alanlar değil, emir verenler haline geldiğinizi bütün dünyanın artık sizin parmak işâretlerinize baktığını ve ona göre hareket ettiğini söylüyorlar.
O halde niçin yandaşlarınız ve yoldaşlarınızla birlikte oturup, ağlaşıyorsunuz?
Yine yem borusu kesilecek diye ödü kopan yandaşlarınızdan bir tanesinin ifâdesiyle efendiniz, kurtarıcınız ve müjdeciniz, ulu önderiniz şöyle bir ‘kükresin…’ Her bir şey, anında halledilecek değil midir?
Sokaktaki adam ağzıyla konuşmak gerekiyorsa ‘yaa sen ne diyorsun Apti yaa, allaasen?’
Ama Apti işte...
Veya Apti ile beraber yollara düştüğü yoldaşları, yakın geçmişte bazılarının beklediği mehdînin gelmesini ve işleri yoluna koyarak dini bütünlere yeni bir altın çağı, yeni bir asr-ı saadeti yaşatmasını bekliyorlar.
Veyahut mehdînin yerine yeni deyişle mehdînin işlevselliğini bir parça gerçekleştirecek olan ve ata binmesini bilen, iyi ok atabilen ve hedefe isâbet ettirebilen bir halife-i rûy-i zemînin kendilerini kucaklamasını arzu ediyorlar.
Evet...
Apti bir halifenin gerekliliğinden de dem vuruyor.
Yalnız iki milyar kelleye bâliğ olduğu söylenen din-i mübîn mensuplarından kaç tanesinin varlığı ilân edilen halife hazretlerine biat edeceğini, kaçının biat etmeyerek’ cahiliye ölümü üzerine öleceğinin’ hesabını tutmamış görünüyor Apti.
Ama önemli değil.
Apti, ertesi gün bir yazı daha yazar, etrâfı iyice bir yağlayıp, prim yapmaya devam eder.
Orta doğulu olmanın hacıyatmaz gibi avantajları da bulunmaktadır, nihayetinde.