Abbas YOLCU

Tarih: 10.10.2017 10:47

KIRK AMBAR Abbas Yolcu “ÂTEŞ-İ SÛZÂNIN...”

Facebook Twitter Linked-in

KIRK AMBAR

Abbas Yolcu

 

“ÂTEŞ-İ SÛZÂNIN...”

Sürü halinde yaşayan bir topluluk, çağdaşlaştırılma ameliyesine tâbi tutulmadan önce yani eskiden nisa taifesinin ortalarda fazlaca gözükmesini hoş karşılamazdı. Zira nisa tâifesinin ortalarda fazlaca gözükmesi durumu, içinde yaşanılan toplulukta bazı fitnelerin ve fesatlıkların çıkmasına yol açabilirdi. Eskiler galiba bu hususta doğru düşünüyorlardı. Diğer hususlarda yanlışlıklar yapsalar da.

Sürü halinde yaşayan o topluluk, batı adamının sanayi devrimi adını verdiği değişime ayak uyduramamış ve yine batı adamı tarafından “geri kalmışlık”la vasfedilmeye başlanmıştı. Bu vasıf, sürü içinde yaşayanların bazılarını rahatsız ettiği için, o kötü imajdan kurtulma çabalarına girişivermişlerdi, aceleyle.

Dolayısıyla hızlı bir şekilde çağdaşlaşmaları veya çağdaş uygarlık düzeyine erişmeleri ve peşlerine takmak istedikleri sürüyü de çağdaşlaştırmaları gerektiğine inanmışlardı. Daha doğrusu batı adamı tarafından inandırılmışlardı.

Çağdaşlaştırılmanın vazgeçilebilemez temel taşlarından birisi, nisa taifesini topluluk içinde hak ettiği yere oturtup, orada konumlandırmak olarak algılatılmıştı.

Bu arada şunu da belirtmek gerek:

Bahsi geçen topluluk, çağdaşlaştırılma ameliyesine tâbi tutulduğunda çağdaşlığa yandaş olanlar ve ona karşı gelenler şeklinde ikiye bölünmüşlerdi. Bir taraf çağdaşlaşmanın faziletlerinden bahsederken, diğer taraf çağdaşlaşmayı “din elden gidiyor “feverânıyla reddediyordu.

Sürü halinde yaşayan topluluk, böylece ilericiler ve gericiler adları ile de anılır olmaya başlamışlardı. İlericiler çağdaş, gericiler çağdışı rollerini üstlenmişler, daha doğrusu üstlendirilmişler ve aralarında her iki tarafın da mahiyetini bilmediği bir kavga başlatılmıştı.

İlericiler gericilere taarruz ediyor, gericiler hatlarını ve satıhlarını müdafaa etmeye çalışıyorlardı.

Bu hengâmede nisa taifesinin konumu gündemden hiç eksik olmuyor, bir taraf nisa taifesinin müzekker taifesi ile eşitliğinden bahsederken, gerici takımı, onlardan aşağı kalmamak aşkına nisa taifesini sublime ediyor, kutsuyordu.

Sonra sürü halinde yaşayan bu toplulukta roller değiştirilmiş ve gericiler ilericilerin yerini almıştı. Haliyle müdafaada olanlar saldırı, saldırıda olanlar müdafaa mevkiine geçmişlerdi.

Ancak kendilerine gerici vasfı verilenler hiç de gerici olmadıklarını cümle âleme isbat edebilmek maksadıyla nisa taifesini cepheye sürmüştü bile. Böylece dişil müverrihler, muharrirler, cerideciler türeyivermişti içlerinden. Hamdolsun.

O dişil muharrirlerden birisi mavi-yeşil gözleriyle ve başındaki yeşil bohça beziyle âteşin yazılar döşüyordu ekmek parası kazandığı dandik gazeteye. Önceleri sümüklerini yalayıp yuttuğu câhilleştirme sürecinin etkili elemanlarından birisine, ayakta işemeyi becerememesine rağmen, ayakta işeyebilenlerin üslûbuyla saldırıyordu.

Bütün bu olup bitenler, sürü halinde yaşayan topluluğu yaşadıkları arz üzerinde bir merhaleden başka bir merhaleye yükseltemiyordu. İrfanın adı unutulmuş, onun yerini hayatın maddî ilgileri kaplamıştı. Yani bir zamanlar gerici olarak adlandırılanlar da çağdaşlaştırılmaktan nasiplerini alıyorlar ve yaşadıkları sürece bu durum onları mes’ud ve bahtiyar kılmaya yetiyordu.

Ve böylece zaten kıt olan tefekkür, hepten çekilip gitmiş ve meydan yeri, ilkellik, budalalık, görmemişlik, sonradan görmelik, bayağılık adına ne varsa hepsiyle kaplanmış hale gelmişti.

Yığınlar, hal ve gidişten oldukça memnûndu. Aslında kenarlarda köşelerde mağdurluk adına iniltiler çıkarırken de istedikleri çağdaşlaştırılmaktan başka bir şey değildi.

Dolayısıyla nisa taifesinden mavi-yeşil gözlü ve başı yeşil bohça bezi ile çevrili müennesin, hayz halinde kurduğu âteşin cümlelerin kusuruna bakmamak gerekiyor.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —