Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 13.02.2023 21:15 Güncelleme: 13.02.2023 21:15

HER ÖLÜME YAS TUTULUR AMA BU ÖLÜMLER BAŞKA


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

HER ÖLÜME YAS TUTULUR

AMA BU ÖLÜMLER BAŞKA

Kara kışın ortası. Bazı bölgelerde kar yağıyor. İnsanlar günlük telaştan uykuya dalmış. Sabahın maviliği yavaş yavaş çıkmakta. Hiç kimse düşünmedi. Çok büyük felaket, büyük sarsıntı. Gözyaşı, ırmak olup kabaran Akdeniz’e akacak. Belki de birçok çocuk, anne, baba, dede, nine bir daha güneş görüp uyanmayacak. “Yavrumuzun güzel gözleri hep gülsün.” diye düşünen anne ne yavrusunu görecek ne de bir daha yavrusuna güzel masallar anlatabilecek. Öyle bir sarsıntı ki, yıldızlar söndü, çiçekler soldu korkudan. Her ölüme yas tutulur ama bu ölümler başka...

“Ölüm vakti ertelenemez. Son söz ölümündür. Ölüm bilgedir.” derler ama o saat gelen ölüm, öyle farklı ki. Altta yer sarsılıyor, tavanlar ve binalar insan üzerine devriliyor. O gün, o saat ölümün adı hüzün, tadı acı, bıraktığı deryalar dolusu gözyaşı.

Şimdi onlardan geriye kalan nedir? Doğdular, büyüdüler. Hayalleri vardı. Güldüler, ağladılar. Depremzede oldular, öldüler mi demeliyiz? Rahmetle anıyoruz ölenlerimizi. Sohbetlerimizde hep güzel insan olarak anacağız onları. Dualar göndermeliyiz onlara. Yıllarca unutulmayacaklar... Belki de romanları yazılacak, filmleri çekilecek. Acı dinmeyecek. Şimdi bazı çocuklar yetim, bazıları öksüz. Enkazdan saatler sonra çıkarılan bebeklerin yüzlerinde melek tebessümü. Yaşanılan dramı anlatmakta kelimeler yetersiz. Farklı acılar ve duygu alemi içindeyiz. Gün gelecek, bazı çocuklar rahmetli annesinden, babasından bahsedecek. Gözleri nemlenecek, kelimeler boğazında düğümlenecek. Belki de destanlar yazılacak, ağıtlar yakılacak. Ama biliyoruz ölenler bir daha geri gelmeyecek.

Gözlerim pencereden dışarı bakarken içimde kayıp gidiyor sorular, sorular. Düşünüyorum sorsam mı? Benim neslimin insanı sorar ve sorgular. Ben de öyle yapacağım bu hafta, acılar içinde olsam da. Bilmek, öğrenmek, öğrendiği ile yaşamak gerekir. Yanlışları görüyoruz. Sormuyoruz, sorgulamıyoruz. Bunalıyoruz. Böyle olunca da kirli bir ırmak her gün daha derine çekiyor insanları. Hepimizin derdi bu. Çaresizsek çare aramalı, cahilsek bilgiyi bulmalıyız. Öyle ya deprem konusunda, şehircilik konusunda, inşaat ve konut konusunda yüzlerce yazılmış kitap var. Örnekler var dünya yüzünde. Sevdiklerimiz gidince, çiçeklerimiz solunca, ırmaklarımız kuruyunca feryadımız arşa çıkıyor. Acı içimizi yakıyor.

“İşte çoğalıp geliyor çocuklar/Bu karton dünyanın zulmünü boğmak için/Kendi dünyalarını kurmak için/artıyor güçleri/Aydınlanıyor sabahlar sabırla.”

Bakıyorum o on ilde bu çocukların çoğu yok. Sağ kalanlar nasıl döner normal hale?

Bu acı içimizi yakarken, kalem bu acının küçük bir meselesini anlatmayacak da neyi anlatacak?

Bakın Oktay Rıfat; 1509 İstanbul Depremi'ni nasıl anlatıyor şiirinde:

“Bir zamanlar vardı ki zamanlar içinde,

Kanatları turuncu kuşa benzer,

Üsküdar'ı seyrederdim, sarsıldı yer

Devrildi penceremden kanlar içinde.

Yandı gülüm üç yüz atlı vezir kulum

Mustafa'nın konağında, cumba, revak,

Düştü nakış, indi pul pul altın revak

Taş taşa dargın, yıkıldı İstanbulum.”

Tarihi bir gerçek var. Biz bir dönem yapı yapmayı unutmuşuz. Hatta bir dönem Müslümanların yapıcılıkla uğraşması günah sayılırdı. Bina yapma işleri Ermenilere ve Anadolu'da yaşayan Rumlara bırakılmıştı. Mübadele olunca Rumlar başka ülkelere gitti, bina yapacak insan bulunamadı. Hatta onarım yapmayı da bilmiyorduk. Rum ustaların yanında çırak çalışan kişiler toplumsal ayıplanmayı göze alıp ustalığa soyunmuşlar. Bir nevi zorunlu olarak bu işe itilmişler. Örnek Trabzon Lisesi bir Alman mühendise yaptırılmış. Eski Cumhurbaşkanlığı Köşkü ve TBMM de öyle.

Bugün parası olan, çok para kazanmak isteyenler, eline hiç keser almamış insanlar inşaatçı oluyor ve özel bir isim alıyor: Müteahhit... Saygın insanlar sınıfına giriyor. El üzerinde tutuluyorlar. Kızlar bile ‘müteahhit oğlu’ ile evlenince başka havalara giriyor. Ama bu müteahhitlerden bazıları var ki... Ne yöreyi tanıyorlar ne gereçleri ne iklimi ne de deprem bölgelerini. Onlar için varsa yoksa beton ama hiç de tanımadıkları beton. Dökülüp dökülüp altın tutarına satılıyor bu betonlar.  Hatta yanlış bina yapıyorsun, köprü yapıyorsun, demiri az, çimentosu az diyen mühendisleri ya kovuyorlar veya zorla imza attırıyorlar. Onurluysa o mühendis işi bırakıyor. Bildiğim böyle insanlar var. İnsan bir iş yapıyorsa etrafına şöyle bir bakar. Eski evlerden hiç de örnek almıyorlar. Onlar için önemli olan daha çok para kazanma hırsı.

Bu arada işini doğru düzgün yapanlar var. Bakın onların yaptığı binalar ayakta duruyor. Köylerde eski evler yıkılmamış. Köprüler, camiler hâlâ yerinde.  Ama para hırsına bürünenler, betondan yapılmış soğuk tabutlar yapıyorlar farkında değiller. Belki de farkındalar ama daha çok kazanma duygusu insani yönlerinin önüne geçiyor.

İstanbul’daki Süleymaniye Camii depremlere yıllar boyu hiç boyun eğmedi. 500 yıldır 4 şiddetin üzerinde 95’e yakın depreme maruz kalan Süleymaniye Camii depremlere karşı koydu. Çünkü mimarı Koca Sinan'dı. İşini iyi biliyor ve ustalarını en yeteneklilerini dinine ve yöresine bakmadan seçmişti Malzemeyi gerektiği yerde gerekli gibi kullanmış, hesabını kitabını doğru yapmıştı.

Her devirde para hırsı vardır, fakat eskiden kanaat de vardı. Kanaatkâr insan sayısı azaldı. Söylemleri güzel ama eylemleri farklı bir inşaat sektörü oluştu. Cicili ve renkli reklamlarla binalar satılmaya başlanıldı. Bilim adamları; yapmayın etmeyin derken para hırsına kapılanların damarlarına ve beyinlerine “yazıktır, günahtır” sözleri işlemez oldu. Yerel yönetimler ehil olmayan insanların elinde çok kötü imar planları yaptı. Fay hatlarına imar yasağı getirmedi. Belki de siyasi baskı ile tarım alanları, deprem bölgeleri imara açıldı.  Bu durum yıllar yıllar önce böyle yapıldı. Görevini doğru yapan yerel yöneticiler belki de daha göreve getirilmedi. Bugün şehircilik uzmanlarına şehirler hakkında ne yapabiliriz sorusu sorulmaz. Üniversitelerde inşaat alanında uzman kişilere danışılmaz.

Gün gelir, bir depremle içinde yaşadıkları, anıları olan evleri gözleri önünde yıkılır. Belki de içinde en sevdiği insanlar ölür. Kalanlar gözyaşı döker ama o binaya ruhsat veren kişiler ve yapan inşaatçı sorgulanmaz.

Genelde hızlı kentleşme birtakım usulsüzlüklere, acılara sebep olmuştur. Bunlar elli atmış yılın sorunudur. İnsanları, günü günlük yaşayan ve bilgisizlikten kurtarıp, aldığı binanın rengine değil de konumuma, kurulduğu arazi yapısına, temeline, karkas durumuna, yapıp satanın kişiliğine bakan durumuna getirmeliyiz ki depremde ölümler azalsın.

İnsanın yaşadığı kent, mimari durum, evler, yollar, köprüler, tarihî eserler onun uygarlık gücünün doğrudan görüntüsüdür. Yoksa politik ve ekonomik hay huy içinde aç gözlü bir toprak spekülasyonu ortamında depremi konuşmak ve tartışmak galiba çok zor. Bugün yönlendirici ve karar verici politikacılar doğru kararlar almak zorundalar. Yoksa “sen doğru yaptın/yapmadın, ben doğru yapacağım” diyerek acıdan siyasi rant devşirmeye çalışmak bizleri doğrulara taşımaz, böyle tartışmalardan bir sonuç çıkmaz.  Bunu Erzincan depreminden günümüze kadar olan depremler sonucunda yaşadık. Değişen çok şey olmamış. Ya da yapılanlar yeterli değil. Daha geniş düşünmek ve önlem almak, bilim insanlarının sözlerinden ve bilgilerinden yararlanmak gerekir.

Ülkemizde insanımızın depreme karşı bilinçlenmesi gerçek bilim adamları ile yapılmalıdır. İnsanımız, inşaat müteahhitleri, yapsatçılar, arsa spekülatörleri kadar sesini duyurabilseydi bu felaketlerden daha az kayıpla çıkardık. Ayrıca yerel yönetimlerin imar müdürlükleri mutlaka iyi bir denetimden geçirilmelidir.  Binalar az katlı, insan yaşamına uygun, sağlam, hatalı fonksiyonlardan uzak yapılmalıdır.

Değerli sayfa dostlarım içimiz yanıyor. Acımız büyük. Biliyorum yazım yine uzun oldu. Ama ben buradan son sözümü şöyle söylemek istiyorum. Bu gazete 14 Şubat'ta çıkıyor. Yani “Sevgililer Günü”nde. Bazı insanlar bu günü kutlar, bazıları kutlamaz. Tercih meselesi. Benim önerim kutlayanlara. Biliyorum bu günde en çok sevdiğinize bir hediye alacaksınız veya bir yemeğe götüreceksiniz. Hatta bu konuda bir bütçe ayırdınız. Ne olur bu yıl sizlerin sevgilisi o on ildeki darda olan güzel insanlar olsun. Onları sevdiğiniz kabul edin ve onlara sevdiğinize alacağınız hediyenizi gönderin. Yemek parasını açılan hesaba aktarın. Onların da bu günde yüzleri gülsün. Sevgililer Günü’nde güzel bir iş yapmış olursunuz. Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler. Allah sizin burnunuzu kanatmasın ve sizlere acı göstermesin. Sağlıklı bu acıyı unutturacak güzel bir haftanız olsun.