Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 12.08.2022 11:28 Güncelleme: 12.08.2022 11:28

GÜNEŞ SIZMIŞ CÜMLELERDEN ÇIKAN TINI


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

GÜNEŞ SIZMIŞ CÜMLELERDEN ÇIKAN TINI

Bu hafta ne yazsam diye düşünüyordum. Beden eğitimi öğretmeni olan ama öğretmenlik yerine ticareti seçen bir dost, “Sınavla uzman öğretmen, baş öğretmen olur mu?” sorusunu sordu bana. Hatta “eğitim hakkında yaz” dedi. Sevdiğim de genç bir kişi. Onun da kendine göre düşünce ve hayalleri var.

O, telefonu kapattı, ben düşünüyorum. Yazsam mı yazmasam mı? O zaman bir türkü geldi aklıma. Nedense her “eğitim” kelimesi geçince aynı türkü aklıma gelir.

On gün önce kendini eğitime adamış ve ani bir kalp krizi ile ebedi dünyaya göç etmiş değerli insan Doç. Dr. Mehmet Okutan da “Nerelerdesin, görüşemiyoruz. Buluşalım da şu eğitimden konuşalım.” dediğinde aynı türkünün sözlerini tekrar etmiştim: “Ben küskünüm feleğe...” Sonra da “konuşalım ama içinde eğitim olmasın” diye de ilave etmiştim.

Aynı şeyi, “eğitim için yaz” diyen, temiz ruhlu genç arkadaşıma da söyledim. “Eğitim mi? Ben küskünüm feleğe...”

 Neden böyle düşünüyorum biliyor musunuz? Eğitim dünyasında çok gördüklerim ve bildiklerim, yaşadıklarım var. Masalarının üzeri “Zaman”, “Sızıntı”, “Aksiyon”la dolu olanlar, her cuma akşamı “gayduruk guyduruk” evlerde toplanıp ortaya konan yemeğe kaşık sallayanlar hâlâ yönetici, eğitim ateşesi, müdür, özel eğitimci de ondan. Rauf Tamer'in “O Kafa” başlıklı bir köşesi vardı. O kafa devam ettiği müddetçe çok daha sınav iptalleri olur. Şunu da ilave ederek bu konuyu geçelim. Sivil imamlar şu sıralar salyangoz gibi antenlerini çıkarmış, sosyal medyada resim veriyorlar. Birbirine methiye diziyorlar.

Sosyal meselelere ve dünya meselelerine dalınca dağıtıyoruz konuyu. Halbuki Ağustos ayındayız. Güneş sızmış cümlelerin tınısını yazacaktık. Duygularımızı ete kemiğe büründürüp sizlere sunacaktık. Kelimeler ve cümleler yardımıyla ruhunuzun kapısını güzelliğe ve sevgiye açacaktık. Masmavi gökyüzünü, sakin ve temiz bir denizin berrak yüzünü içinize dolduracaktık.

Farkında mısınız, sevimsiz cümlelerle başladık söze. Demek ki ufuk çizgimizde bizleri zamanında üzen ve bizleri dinlemeyen insanların bıraktığı kara lekeler var.  Hadi bir tüyo daha verip bu eğitim meselesini kapatalım. Mesela illerde kantinlerden gelen yüzde yirmilik payları il müdürleri veya ilçe müdürleri nerelere harcamış? Zamanında o malum okullara bu kaynaktan para akıtılmış mı? Hadi bir başka konu... 65 yaştan emekli olmuş kamu görevlileri kurslarda, özel okullarda çalışabilir mi, öğretmenlik ve yöneticilik yapabilir mi?

Dahası da var ama bu kadarı yeter diyerek biz güneş sızmış cümlelerin tınısına geçelim.

Yaz mevsimi, turizm ayı. İnsan yeşil suları arıyor. Deniz kabukları ve içlerinde kum tanecikleri. Renkli renkli çakıl taşları. Dolunaya aşık denizin ortasında bir gemi. Kayalarda yosunlar. Denizden bakınca karşıda şirin bir mahalle. Fındık ağaçları içinde beyaz badanalı, iki katlı evler. Gökyüzünde uçan martı, deniz üzerinde yürüyen martı gölgesi. Geldikleri yere dönmek için hazırlık yapan göçmen kuşlar. Kalbe damlamış yeşil zeytin kokusu. Sahilde şarkı söyleyen çocuklar. Sanki tarih öncesinden kalma bir kayık ve oltasını suya atan yaşlı balıkçı amca. Biraz düşünceli, biraz da içi buruk: “Balık nesli tükendi.” Kayığı döven şiirimsi dalgalar. Bir duba üzerinde veya kayalarda kanatlarını iki yana açıp kurutan karabataklar, çatal kuyruklu kuşlar. Ufka katre katre dalmış, sıcak kumlar üzerinde oturan iki aşık. Hür dolaşan, korktuğumuz, deniz kestanesi. Bir yelkenli üzerinden gelen müzik sesi. Güneşin erittiği kelimeler, ses verdiği cümlelerin tınısı. Koylarda söylenen mutluluk şarkıları. Yeniden doğmak gibi. Birkaç dalga, birkaç duygu ve dudaklardan sessiz sessiz akan bir şiir. Anılar ya yeşil ya da mavi, duygular beyaz. Gökte aniden gelen bulut. Yağmur ha yağdı ha yağacak. Karadeniz'se adın, güzel olur deniz içinde yağmurla yıkanmak. Suya adanmış bir bölge ne denizsiz ne yağmursuz olmuyor işte. Giydiği elbise ya yeşil veya sonbahar kızılı. Şimdi güzel olur fındık toplama yorgunluğunu akşam saatlerinde denizde çıkarmak. Batan güneşi, Ferdi Tayfur'u hatırlamak, Ahmet Haşim'ce kızıllıkta yaşamak.

Mavi gökyüzünde, kül renkli bulutlar arasından bir şey anlatır bize güneş. Güzel giyimli adamlar görüyorum. Ama bir de yalansız olsaydı dünyaları. Kirletmeseydiler doğayı. Kendilerini yıldız sanıp, kanmasaydılar yalancı dünyaya. Bombaları düşürmeselerdi dünyaya.

İnsan istiyor ki güneşin doğuşundan ve batışından bir tını alsın insan. Kurtarsın benliğini pis karanlıklardan. Hep sevincin ve umudun şarkısını söylesin. İnsan uzak dursun şiddetten, dehşetten. Kan ve gözyaşı silinsin bu evrenden. Uzak dursun şu yalancı siyasi sözlerden. Herkes ellerinde bir demet çiçek sunsun sevdiklerine. Üzmeyelim, kırmayalım. Baksana zamansız gidiyor sevdiklerimiz. En son ruhuna dualar okuduğumuz eğitim aşığı Mehmet Okutan Hoca. Mekânı cennet olsun.

 Düşünceler, kelimeler art arda dizilmiş. Güneşten tını, feyiz almak için. Mevsim yaz, Ay ağustos. Sevgi, güzellik dağ ve deniz sımsıkı yapışmış bırakmıyor.  Sen insansın, yanlışlıklar karşısında senin de sızlasın yüreğin. Tutsak olmasın ruhun bir söze, bir yalana. Doğruluğunu ve güzelliği gizleme hayasızlardan. Doğru yapmışsan korkma alnın açık yürü git. Uzak tut adımlarını kirli, pis, tozlu yollardan. Deniz gibi hür kal ve temiz. Yürü elinde çiçekler Güneşin altında dağdan, taştan, ovadan, kentten. Dostun olsun çiçekler, kuşlar, Yağsın zamansız yağmur. Seni seven, aydınlatan, tepende duran güneş var. Zaten sen “alnında bilgilerden bir çelenk”ten almıştın dersini.

 Hadi o genç arkadaşımın sorusu ile bu haftayı kapatalım. Kanımca öğretmen, öğretmen olmalı. Bu isim yüce. Bu isim kutsal. Uzmanmış, baş öğretmenmiş, bana göre hikâye. Bu unvanlar öğretmeni bozar. Yeter ki görevini tam yapan kendini bu yola adayanları tanı, ödüllendir ve değerlendir. Eğer gerçek öğretmense onlar “nura doğru yürümeyi” iyi bilir. Değilse, birilerinin esiri, ajanı, şımarığı olur ve soruyu da devleti de ele geçirmeye çalışır. Güneşin tınısı vurmuşsa gerçek öğretmenin cümlelerine o, yalnız kalsa da doğru yerde durur, doğru bahçelerde insan yetiştirir, gül açtırır. İşte rahmetli Mehmet Okutan Hoca profesör olamadı da eğitimciliğinden bir şey mi kaybetti? Unvan, sınavla alınmaz. Araştırma ve okuma ile olur.

Eğitimin kaderi beş büklüm. İhtiyar nineler torunlarına masal anlatmayı unutmuşsa bu sorun çözülemez. Ahlak ölmüşse eğer soru alınır da satılır da. Teori bilmek yetmez. Uygulama yapmak şart. Şunu unutmayalım ki, bir mimar, müşterisi zevksiz diye mutlaka onun zevkine uygun eser yapmak mecburiyetinde değildir. Öğretmenlik de böyle. Öğretmen, veli profili ve yetiştirilecek çocuk. Asıl unsur çocuk. Öğretmen şunu bilmelidir ki, doğa, evren, çevre ve hayat bir sinema. Bu sinema nasıl seyrettirilecek çocuğa? Bu sebeple öğretmenin mesleği yanında bir de meşgalesi olmalı. Bu meşgale arıcılık, balıkçılık, özel ders verme, ticaret olmamalı. Bu meşgale yaşadığı toplumun kültürüdür. Kültürlü insan yetiştirmedikçe sokak kirli, yalan dolan çok ve kent kaldırımları yüksek olur. Öğretmenin en önemli işi öğrencisinin yeteneğini keşfetmek ve bu yeteneğinin gelişmesi için ona yardımcı olmak ve yol göstermektir.

Hadi Ahmet Muhip Dıranas'ın “Yağma” isimli şiirinden bir dörtlüğü ile iyi haftalar diyelim siz okuyuculara:

“Ne kadar yalnızız şu akşam vakti

Bir selam bile yok artık verilen.

Anlamsız turistler gibiyiz

Kapalıçarşı'da sen, Köprü'de ben”

 Ne olur kızmayın ve darılmayın. Ağustos ayında “güneş sızmış cümlelerden sızan tını” böyle işte. Bazı olaylar ve yaşanmışlıklar öfkeleri hatırlatır. Denizin mavi sularına bu sıcakta gömülmek varken neden bunları hatırladık bunca yıl sonra? Galiba çok şey değişiyor; kalbimiz bile.

 Mutluluk şafağı hep kapınızda doğsun. Haftanız sağlıklı ve çok güzel geçsin.