Abbas YOLCU

Tarih: 07.05.2020 21:17 Güncelleme: 07.05.2020 21:17

DUŞ JELİ


DUŞ JELİ

Bir zamanlar, yobazın karikatürünü çizenler, onları sarıklı, şalvarlı, kırçıl sakallı, dişleri yosun bağlamış, teke kokulu bir tarzda tasvir ederlerdi. Suratlarında da bitmek tükenmek bilmeyen bir kin ve nefret ifâdesi.

Kendilerine yobaz denilenler ise yobaz olmadıklarını, tam tersine yüreklerinde sevgiler taşıdıklarını, Yunus kadar hümantarist olduklarını, ‘bu âleme sevi (sevgi) için geldiklerini, dâvi (dâva, hır çıkarmak) için gelmediklerini, kamu âlemin kendileri açısından bir olduğunu’ söylüyorlardı.

Şahıslarına büyük haksızlıklar yapıldığını, haklarının gasb edildiğini, şalvar ve cübbe giyip, başlarına sarık sararak piyasada fink atamadıklarını ağlaya, inleye beyân ediyorlardı.

Diğer taraftan onlar, büyük ve mukaddes bir dâvanın sözcüleri idiler.

Şair ve mütefekkir ve muharrir ve hattâ müverrihin, ‘bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..’ dillendirmesi  üzerine (argodaki ta’biriyle) gaza geliyorlardı. Ki onlar ‘kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri’ tekrar geri çağıracak,‘arz üzerinden zulmü ref’  ile adâleti te’sis ve te’min edecek’lerdi.

Şair ve mütefekkir ve muharrir ve hattâ müverrih,  galiba câmileri, şadırvanları, hanları, hamamları kasdederek ‘mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? / Bulur mu deli rüzgâr o sadâyı: Allah bir ’diyordu. Kendilerine yobaz denilen gürûh da vahdet inancına sahip olarak(tan), Allah’tan başka hiçbir maddesel (!) ve tinsel(!) güce, tağuta, ikona, puta asla ve kat’a boyun eğmeyeceklerini iddia ediyorlardı.

Yunus’un’ bir hastaya vardın ise / bir yudum su verdin ise / yarın anda karşı gele / hak şarabın içmiş gibi’ mısralarından ilhamla merhametten dem vuruyorlardı.

Yani iddia ettiklerine göre onlar, düşmanlarının tasvir ettiği gibi ‘ham yobaz, kaba softa’ kesinlikle değillerdi.

Diğer bir şairin söylediği gibi onlar ‘dünyaya gelmiş milliyet öğretmişler, insanlığın ufukları zifirî karanlıkken ışık olmuş karanlığın koynundan fışkırmışlar…’

Din ‘lâ’ ile başladığından Allah’tan gayrı ne varsa mal, mülk, bağ, bahçe, arsa, daire, altın, gümüş, elmas, pırlanta, sandalye, koltuk, taht-ı revân, hepsini ellerinin tersiyle itecek ve hakka yaraşır bir kul olmaya, hak rızâsı için yaşamaya gayret göstereceklerdi.

Çünkü atasözüdür:

‘Kedi, uzanamadığı ciğere mundar der’ miş.

Uzun bir hikâyenin sonunda ağlayıp inleyenlerin duaları kabul olunmuş.

Onlar, mal mülk, bağ, bahçe, bostan, arsa, daire, (Batı Karadeniz ağzıyla) geyim geysi, at, avrat, sandalye, koltuk (muşamba da olsa) sahibi oluvermişler.

Nasıl olduğunu sorgulamak bir türlü akıllarına gelmemiş ama.

Çünkü atasözüdür: ‘Üzümü ye, bağını sorma.’

Onlar da öyle yaptılar. Ve sahiplendiklerinin ‘kendilerini ölümsüz yahut ebedî (ehlede) kılacağını zannetmeye başladılar.

Onlardan birisi:

Sakallı... Ama düşmanlarının tasvir ettiği gibi cübbesi, sarığı, şalvarı yok.

Çağcıllaştırılma ameliyesine tâbi tutulduğu için dişlerinin rengi sarımtırak da değil, yosun bağlamış da. Beyaz Yaşam biçimi dişlerini diş macunu eşliğinde günlük olarak fırçalamasını gerektiriyor. Teke kokulu da değil artık. Babası kâfi miktarda kenz biriktirdiği için leğende değil, jakuzide çeşit çeşit rayihalı duş jelleriyle gusletmektedir.

O,  gaste adı verilen bir paçavrada günlük kin ve nefret kusmakla ma’ruf. Sonradan görme birinin çocuğu. O bir ‘turşu suratlı’dır.

Turşu suratlı, eski söylemleri tamamen bir tarafa ittirerek açıkça dillendiremediği için, lâfı döndürüp dolaştırarak   ‘ey bize bugünlerimizi sağlayan ulu önderimiz’ manâsına gelen imâlarda bulunmaktadır.

Allah’tan başka hiçbir ilâh, hiçbir güç, hiçbir tağut, hiçbir sanem tanımayacağını, hepsini toptan reddedeceğini iddia edenlerden olan turşu suratlı, Allah’ı bir kabul etmekle birlikte kendisi için ulu önder edindiği ikbal sahibini korumak ve kollamak adına yazı yazdığı gaste müsveddesinde her gün (kendilerinden olmayanlara) kin ve nefret kusmaktadır. 

Turşu suratlı için artık dini kini olmuştur. Şairin dediği gibi: ‘Ben şûrezâr-ı kalbimi kinimle süslerim , / Kalbimde bir silâh ile ferdâyı beklerim.’

Turşu suratlının bir fert olarak her hangi bir özelliği, her hangi bir değeri, her hangi bir ederi yok. Sosyal medya kullanıcısının dediği gibi

‘Babasından kalan gaste (!) olmasaydı, acaba ona kim iş verecekti?

Kabiliyetsiz, kifayetsiz, küstah…

Turşu suratlı...