HAŞMET-MEÂB
Kitaba göre entelektüel exhibionizm (adım başında ben her zurnadan anlarım ha!) edâlarıyla kendini göstermeye çalışmak, sexuel exhibionizmden (açıp ahaliye orasını burasını göstermek şeklinde tezahür eden bir sapıklık çeşidi) daha utanç verici imiş.
Ama orta doğulu için entelektüel exhibionizm, her hangi bir anlam ifâde etmiyor. Zira orta doğuda her zaman ve zeminde entelektüel olduğunu imâ ve ifşâ peşinde ömür tüketen birisinin başkaları tarafından ayıplanması gibi bir durum göze çarpmıyor.
Bu durumda her canı isteyen istediği konuda hüküm veriyor. Kendi aklınca doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırabildiğini iddia edebiliyor. Bir araştırmaya, bir muhakemeye gerek görmeksizin, vicdanının sesini dinlemeye ihtiyaç duymaksızın her alanda bilgilerini, iddialarını, tezlerini nesi var nesi yoksa ortaya koyabiliyor ve hatâ yapabileceğini, yanılgıya düşebileceğini hesaba katmıyor.
Örnek olarak yakın geçmişte hoca efendisinin adını anarken neredeyse salâvat getirme raddesine gelen Abuzittin, çağın hal ve gidişine ayak uydurmak adına eski hoca efendisine lânetler yağdırmakta bir beis görmüyor.
Hâlbuki kitaplarda entelektüel ta’rif edilirken onun vasıflarından birinin de hiçbir irâdenin, hiçbir gücün, hiçbir yumruğun, hiçbir çıkarın ve hiçbir gelecek kaygısının te’siri altında kalmaksızın düşüncesini ortaya koyabilen kişi olduğu belirtiliyor.
Ayrıca entelektüelin dün tükürdüğünü bugün yalamaması, dün testisini yaladığı kişi veya kişileri bugün bacaklarından asmaması için düşüncesini kılı kırka yarabilecek hassasiyete kavuşturduktan sonra yani kemâle erdikten sonra hüküm vermesi gerektiği söyleniyor.
Yani hem entelektüel, hem kapı kulu olunmuyor.
Yani hem entelektüel, hem plaza kapılarında ‘sırtları Venüs’e dönük, kemik peşinde’ kuyruk sallamak bir arada bulunmuyor.
Yani hem entelektüel, hem ‘dün dündür cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım’ anlayışı birbiriyle uyuşmuyor.
Ama orta doğudur.
Orta doğuda bunların hiçbir önemi yoktur.
Dolayısıyla Abuzittin, her ne kadar ‘ bu gördüğünüz ben var ya, ben… Bu ben, siyasetten uzağım’ demiş olsa da diyorsa da her orta doğulu gibi ‘istemem, yan cebime koy’ anlayışından kurtulamıyor.
‘Devletlû, inâyetlû, atûfetlû, hamiyetlû, saadetlû haşmet-meâb efendisine’ hulûs çakmadan rahat edemiyor.
Ve bir taraftan hulûs çakarken, ‘haşmet-meâb efendisinin’düşman bellediklerine düşmanlığını göstererek argo deyimi ile çakıp çakıp duruyor.
Bütün varlığı başkalarına kin ve nefret kusmak üzerine kaim olan gürûhun gidişine uydurabilmek adına rivâyeti kendinden menkul entelektüelliğini bir tarafa bırakarak ‘dest-i a’dâdayız Allah içün ey ehli vatan / Yetişir terk edelim gayrı hevâ vü hevesi’ feryâdı ile mart kedisi olduğunu da ortaya koyuyor.
Orta doğuda yaşamasına rağmen bilgibirikimi bakımından orta doğululara hiç mi hiç benzemeyen bir başkası, olur olmaz şahısların agorada gereksiz yere çığırtkanlık yapmalarını ‘paçozluk’olarak ta’rif ediyor.
Örnek de veriyor:
Televizyon ekranından yığınlara hitabeden medya maymunu hacıyatmaz, ahaliye din öğretirken ‘kenef taşının Allah’a kendisini neden kenef taşı olarak yarattığını sorduğunda Allah’ın kenef taşına şöyle cevap verdiğini söylüyor: ‘Sus! Altmış yaşını geçip sakalsız ölene mezar taşı yapsam daha mı iyi?’
Medya maymunu hacıyatmaz, bu hikâyeyi menkıbeci bir efendinin kitaplarda gördüğünü de sözlerine ekliyor.
Orta doğuda kenef taşını Allah ile konuşturacak kadar akıldan, irfandan, ilimden, izandan edebden, hayâdan,’ilâhî hududa riayetten’ mahrûm din bezirgânlarını yığınlar, kaval dinleyen mevâşî gibi dinliyor.
Abuzittin’in yaşadığı topraklarda tarihte yaşamış Asya’dan üç beş, Avrupa’dan beş on donanımlı şahsiyetin aktardıkları düşünceleri ile deyişlerini hıfz eyleyen kişiler, kendilerini entelektüel olarak satışa çıkarabiliyorlar.
Bu şahısların genel adı paçoz, söylemlerde bulunmaları da paçozluk olarak adlandırılıyor.
Kitabın da belirttiği gibi ‘tankına, topuna, üniversitesine, matbuatına… rağmenkitaptan korkanların’ (yani düşünceden) hüküm sürdüğü topluluklarda entelektüeller yerine biat etmiş tebaa ve vatandaş görünümlü kulların zuhur etmesine şaşmamak gerekiyor.
O halde Abuzittin’in haşmet-meâb efendisini biat eylemiş bir kul olarak her türlü taarruza karşı korumaya çalışması vaka-i âdiyeden sayılıyor orta doğuda.
Özetle haşmet-meâb efendisine sataşacak olan kimselerin Abuzittin’in sadağında (ok torbası imiş) bulunan ‘sihâm-ı kazâ’yı hesaba katmaları gerekiyor.
Haşmet- meâb, üç yüz seneden beri hasretle beklenmekteymiş meğer.
Yüce tanrının ayak takımına bir lütfu işte.
Hamdolsun.