NEDEN OLMUYOR, ANLADIM
Yıllar öncesinden düşünürdüm. Bu kentte neden birlik beraberlik olmuyor. Son günlerde bunu anladım. Öyle ya aza koyuyorsun almıyor, çoğa koyuyorsun dolmuyor. Bu kentte bir şeyler olmuyor, olmuyor. Ben de bu şehirliyim ya iki düşünce arasında sıkıştı kaldı beynim. Düşünüyorum, düşüncemi besleyen kaynakta mı sorun? Son günlerde Akçaabat Kent Konseyi olarak birçok konuyu tespit ettik ve önem sırasına göre gündem oluşturmaya çalışıyoruz. Gündem oluştururken bu konuları kendi kurullarımızda tartışıyor ve halkımıza da soruyoruz.
Mesela diyoruz ki bu şehrin sahiline dokunulmasın var olan yol sorunu çözülecekse önce Pulathane Bulvarı Kavaklı’ya bağlansın, Düzköy ve Trabzon Üniversitesi Kavşakları tamamlansın, sonra da büyük sorunu çözmek için “Güney Çevre Yolu” planlansın. Daha da önemlisi raylı sisteme geçilsin. Biz dedik ya alıyor birileri sazı ele “denizden geçsin, bak yaz geldi sorun başladı” diye çalmaya başlıyor. Biz hangi telden çalıyoruz sen hangi tele basıyorsun demek geliyor. Bilhassa da parası bol, evi lüks, arabası son model, yaz Akdeniz, kış Palandöken, tatil.. Bu tiplere genelde “uygar” da deniliyor. Öyle ya tatil, araba, katlar ve lüks salonlar. Ama dikkat edin salonların bir köşesinde plastik çiçekler, köşelerde tablolar sahte. Renkler “çingene pembesi” genelde. Bakın yine olmuyor işte. Ayar tutmuyor galiba bu şehirde.
Düşüncen yoruluyor, çıkıyor köylere, engin dağlara, kayalara sivri tepelere. Yamaçlar dik. Orman çalınmış. Gürgenler küçülmüş. Doğanın içinde beş katlı beton evler. Yanlarında eski zavallı tahta ve taş evler. Belde geleneksel kuşak, ayakta kara lastik. Orak elde, ip belde. Gürgen ağacında sanki bir amazon. Havlayan köpekler, ezan okunurken uluyan çakallar, çıplak taç üstünde sabah vakti tuz yalayan keçiler ve koyunlar. Folda gıdıklayan tavuk, sanki bir iş yapmış gibi heriflik satan horozlar. Ama düşünceye bakıyorum "küflü"...
Biz diyoruz ki Akçaabat'ta bulunan Diyanet Yüksek İhtisas Merkezi buradan taşınmasın, Darıca’da kalsın. Bakıyorum dağlara, köylere. Çiçek kokuları yok, çıkar kokuları var. Aldığım cevap mı? İşte şöyle aldığım cevap. Hem de soyadı Yılmaz: ”Sayın Başkan Kent Konseyi olarak işin aslını araştırdınız mı varsayımlarla kulaktan duymalarla böyle bir açıklama yapmak çok yanlış. At çamuru kalsın izi. Kaş yaparken göz çıkarmaktan başka bir şey değil. Şayet böyle bir şeye kalkışmışsanız bunun taşınma sebebini ve nedenlerini bir araştırın...” (Yılmaz kişinin paylaştığı şekilde yazılmıştır, devamı var.)
Bu kişi memur.Bu kişi bu kentliymiş. Bu kişi şunu itiraf ediyor: “Bu merkezin Akçaabat Darıca'dan taşınma sebebini araştırın.” Demek ki taşınacakmış. Biz çamur da atmamışız. Bizim düşüncemiz bu merkezin Darıca'da kalmasıymış. Eksiği varmış, darmış, yeterli değilmiş. Bunlar bizim dışımızda. Yeterli hale getirmek yetkililerin işi. Ayrıca şu soruyu da sorma hakkım var kanaatimce. Duyduğuma göre Darıca'da bulunan bu merkezin taşınacağı binanın yapılmasında Yılmaz'ın da gayretleri olmuş. O zaman ben şöyle düşünürüm böyle bir gücü ve yeteneği olan kişi neden Kendi ilçesindeki bu merkezin iyileşmesi için yardımcı olmamış? Olmuyor bu şehirde yine olmuyor. Konu uzun, dert elvan elvan. Sanki içten bozulmuş gibiyiz.
Gördüklerime bakıyorum, bir de duyduklarıma, yazılanlara. Sonra okuduklarıma. Olmuyor çelişiyor. Baktığım pencereyi değiştiriyorum diğer pencereden bakıyorum, yine olmuyor. Hayat denilen asansörün kapısında renkli renkli düğmeler. Kimi iniyor kimi çıkıyor. Acil olanı bile var. Basıyorum düğmeye çıkıyorum yükseklere, dönüyor bakıyorum dünyaya olmuyor. Binlerce beyin aşağıda bağırıyor, koşuyor, söylüyor. Gökyüzü bastırmak istiyor sesleri. Acile koşan kişi kurtuldum sanıyor. Acilde yatan hasta kendini düzlükte sanıyor ama bilmiyor yattığı yer yokuş. Kolay ve dar alanları seviyoruz. Çoğumuz ya körüz veya sağır. Ya da alkışladığımız "çıkar".
Kentimin çeşit çeşit sorunları var. Olayların önünden geçiyor soru işaretleri. Soru işaretlerine bakan yok? Bakan da başka gözle bakılıyor. İşler o kadar bozuk. Cadde ve sokaklar kalabalık ama sisler de çok. Düşünce ölü. İş yok. Düşünen ve eylem koyan “deli” veya “son moda enayi.” Başkaları uyanık. Hep sade içerler kahveyi.
Ayakları değiyor denize. Çakıl taşları saydırıyor denizde. İçindeki çocuk konuşuyor içinde. Hoş geliyor limanlar, koylar dalga kıranlar. Sallanıyor denizde kayık. Tuzlu su değiyor tenine, “ah ne hoş” diyor. Soruyorsun; “ya yarın?” Dil suskun, göz yumuk. Cevap vermiyor hiçliğin diliyle. Bedeni benimle, aklı kilometrelerce ileride kurnazlık peşinde. Son koy, son liman da elinden gidecek, düşünmüyor. Anlamıyor. “Yol ihtiyaç, yaz geliyor” diyor. “Geçsin denizden, ne olur” diyor. Hem de “denizi de severim” diyor. Güneyden geçsin demiyor.
Gelelim şu yukarıya. Yılmayana, yılmaza. Hani dağlardan, kayalardan bahsettik ya yukarıda. Duruşu, söylemi, yüzü belki de harikuladedir kürsüde. Büyülüyor, etkiliyor. Ama zaman geliyor geçtiği yolları unutuyor. Soramıyor kendine “içimdeki yolculuk” nereye?
Ah bir anahtarım olsa da düşünceleri ve gönülleri açıp serebilsem insanların önüne Şu susan ve yaşadığı kentin çıkarını göremeyen insanlara asla söz yetmez. Onlara “ermişlik” susmaktan geçiyor. İşte o an benim beynimdeki düşünceler anlam ile anlamsızlık arasında salınıyor.
Derler ki “dil varlığın evidir.” Ama son üç ayda gördüklerim, duyduklarım, bilhassa da hakikat sanki kürsüde güzel sözcüklerin çukuruna düşüyor. Öyle ya “Kur’an Kursu” diye para topla, bina yap. Sonra Akçaabat'taki merkezi bu binaya taşımaya kalk. İnsanların ne söylediklerine değil neyi nerede doğru söylediklerine bakmalı galiba. Çünkü bilinen, bilmesi gerekenlerden gizlenmiş. Bazı insanlar gerçekleri ninelerimizin ceviz tahtasından yapılmış sandıklara “giz”i saklamaktan hoşlanıyor. Hem de o kentin havasını almakta, ekmeğine yemekteyken. Kim bilir bu tür insanları “gerçeği söylemek” korkutuyor. Lafı eveliyor, geveliyor. İşte o zaman giydiği giysinin süsü de, söylediği lafın güzelliği de söyleyeni küçültüyor. Bu tipleri alkışlamanın iğrençliğinden iğreniyorum. İnsanlarda galiba karakteri koruyan sevgi kalmadı galiba. Kalan sadece yalancı ve yapmacık ciddiyet.
Lafı çok uzattık galiba. Bana atılan bir mesajdan yola çıkarak geldik buralara. Galiba biraz da yoruldu beynimiz. Son sözümüz şudur. Bu kentin çıkarına olan her şeye alkışımız var var bolca. Zararına yapılan işlere de dur demek, halkımızı bilgilendirme görevimiz var. Biz bu kentin bir nevi amatör takımıyız karşımıza ne kadar yılmazlar çıksa da... Darıca'dan bu merkezin gitmesine ve sahillerimizin yok edilmesine körebe olamayız. Varsın başkaları oynasın üç maymunu kentimin havasını soluklanırken. Bize atalarımızdan kalan denize bakmak, değerleri koklamak, çiçekleri büyütmektir. Değerlerimize sahip çıkmaktır.
Ama olmuyor, olmuyor işte. Bunu şu dört aylık süreçte çok güzel anladım. Ama biz yine şu sözün ışığında yolumuza devam edeceğiz. “Akıllıların akılsızlıkları olmasaydı, akıl hastaları da olmazdı.” Bizim söylediklerimiz bu kentte gerçeklerin ayak izleri.
Mutluyuz sesimize ses verenler var. Hele de ayrık otlarını görünce direncimiz artmakta. Yordum sizi. İyi dinlenmeler iyi haftalar.