KIRK AMBAR
Abbas Yolcu
ayenihaber@hotmail.com
BROKRAM(!)
Edebiyata meraklı bir köylü çocuğu. Doğduğu ve içinde gelişip serpildiği aile çevresinin ağzını kullanmaktan her ne kadar kaçınıyor olsa da zaman zaman o ağzı kullanmaktan tam olarak kurtulamadığı anlaşılıyor.
Onun doğduğu ve serpilip, geliştiği coğrafyada insanlar, konuşmalarında (b,c,d,g) harfleri ile (p,ç,t,k) harflerini birbirlerinin yerine kullanıyorlar.
Edebiyata meraklı köylü çocuğu da yazılarında kullanım hatâsı yapmamasına rağmen, konuşmalarında bazen ‘yargı’ yerine yarkı, ‘program’ yerine brokram demek zorunda kalıyor.
İşbu edebiyata meraklı köylü çocuğu, bir zamanlar muhafazakâr olarak adlandırılan gürûha mensûb olup, sonra muhafazakârlar için hazırlanan proje vasıtasıyla çağdaşlaştırılmanın dayanılmaz hazzına eriştirilince hemen her muhafazakâr dini bütünün savrulduğu gibi savruluverdi.
Dinin olmazsa olmazlarını her nefeste dile getirmeyi terk ederek lokumlaştı. Yumuşadı, yumuşacık oldu. Daha doğrusu, dininin kendisine kazandırdığı kinini siyaseten yandaş olmayanlara karşı biriktirmeye başladı.
Bu arada muhafazakâr sayılabilecek bir başka köşe yazarı, ölümünün üzerinden seksen sene geçmiş olan şair hakkında etraflı sayılabilecek bir köşe yazısı yazdı. Yazısında şairin hayatı boyunca sağa sola yalpa yapmadığını, yaşadığı devrin emir sahibini kıyasıya tenkid ettiğini ve tenkid edişinin sebeplerini sıraladı. Sonra şairin o zamanki emir sahibine karşı sarf ettiği ağır sayılabilecek sözleri, yaşıyor olsaydı bugün söyleyemeyeceği imâsında bulundu.
Edebiyata meraklı köylü çocuğu, köşe yazarının bu yazısına alınganlık göstererek, kapısında kulluk etmekten zevk aldığı efendisinin meşru müdafaasına soyundu. Köşe yazarını “saman altından su yürüten” bir çakal olarak betimlemeye çalıştı.
Köşe yazarının imâsı, ‘yarkı’ söylemcisini incitti. Zira imâ dönüyor, dolaşıyor ve onun efendisine ulaşmış oluyordu.
Ama ‘yarkı ve brokram’ söylemcisi, şairin emir sahibi hakkında söylediği ‘mel’ûn, korkak, baykuş’ gibi yaftalar karşısında, şairin her hangi bir ceza ile cezalandırılmadığını görmezden geliyor. Ve o şair, aynı yaftaları bugün yapıştırmaya kalksaydı, acaba başına ne gibi felâketler gelirdi?
Bu hususu sorgulamak işine gelmiyor.
Zira ‘kanunun, eski Yunan’dan beri büyük sineklerin delip geçtiği, küçüklerinin ise takılıp kaldığı bir örümcek ağı olduğunu’biliyor. Gücün yanında olmanın kişiyi daima tehlikelerden uzak tuttuğunu ve tutacağını anlıyor.’El öpmekle dudağın aşınmayacağını’öğrenmiş bulunuyor.
Arz üzerinde adaletin te’mini ile zulmün ref edilmesi gibi hamaset yüklü düşünceleri unutmanın bir vicdan rahatlatma biçimi olduğunu kavrıyor.
‘Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürünün gerekliliği” ne iman etmiş bir mü’min kişi olarak, eski söylemlerin kabak tadı verdiğini görüyor ve şeriat-ı garra-i ahmed-i mahmud-ı muhammediyenin yerine kutsal demokrasinin sevecenliğine kendisini kaptırıyor.
Niye?
Bu dünya geçim dünyasıdır, nitekim.
Edebiyata meraklı köylü çocuğunun da her nefis gibi barınmaya, beslenmeye, soğuktan ve sıcaktan korunmaya, neslini devam ettirmeye, evlâd u ıyâline iyi bir gelecek te’min etmeye ihtiyacı vardır.
O, hayat ile hayâlin birbirine paralel olmadığını öğrenmiş, kitabın dediği gibi ‘her gördüğü yakamozu ışık kaynağı zannederek, râşeler geçirecek yaşta’artık olmadığını yani o yaşı geçtiğini anlamış bulunmaktadır.
Emir sahiplerine mutlak itaat ve emredilen hususların kayıtsız ve şartsız yerine getirilmesi, ‘ber mucib-i şeriat’tır.
Sonra efendiler, yanlış yapmak, hatâlı bir beyânda bulunmak gibi gâfillere mahsûs davranışlardan berî olup, min-tarafillah masumiyetleri söz konusudur.
Dolayısıyla bu dünyada mutlu bir hayat sürmenin tek yolu, kapı kulluğu yapılan efendilerin her türlü saldırıdan ve sataşmadan ve tenkidden uzak tutulmalarının sağlanmasıdır.
Yani bir sırığa sarılarak yukarı doğru diklenebilen sebzeye hıyar deniyor.