Abbas YOLCU

Tarih: 09.10.2018 10:34 Güncelleme: 09.10.2018 10:34

FİZYOLOJİK MES’ELELER


KIRK AMBAR

Abbas Yolcu

ayenihaber@hotmail.com

 

FİZYOLOJİK MES’ELELER

Evvel zaman içinde “gül yetiştirdiğini” ifâde buyuran adamın biri, sahabenin ünlülerinden sayılan Ebû Zerr’den bahsederken şunları söylediği rivâyet olunmaktadır:

“... İşte, muradına nail olmanın zamanı gelmişti. Kâbe'ye gitmek üzere davranmalıydın. Bundan sonraki hayatın çok daha meşakkatli geçecekti. Bundan sonra, bu yeryüzünde sana rahat yüzü gösterilmeyecekti. Sen, fıtraten cömerttin. Sen, yatsı vakti yanında olan bir çuval altını sabah vakti dağıtmış olurdun. Sen, ele avuca gelmezdin, gelmezsin.”

“Sen, karşındaki kim olursa olsun, eğer ondan hesap sorulmak gerekiyorsa, onun yakasına yapışmaktan perva duymazdın. Medine'de evler iki kat yapıldığında, halife'nin yakasına yapışmakta çekingenlik göstermedin. Ama hakkın ve adaletin ne olduğunu da biliyordun ve ondan aldığın cevaba boyun eğerek o beldeyi terk etmede de zerre kadar ürkeklik göstermedin.”

“Biliyordun ki -bu sana yıllar önce bildirilmişti- senin bu dünyadan nasibin bir kâse süt olacaktır ve sen yalnız yaşadığın gibi, yalnız da ölecektin. İşte şimdi, sana bildirilen vâdenin yettiğini sezinliyordun ve kendine verdiğin -veya yıllar önce sana o'nun tarafından yöneltilmiş olan- o buyruğa uyarak yeniden çöllerin gizli derinliklerine yöneldin.”

“Orada kaç gün, kaç gece bekledin Allah bilir. Dudakların susuzluktan kurumuştu. Oracıkta, toprak bir kâsede azıcık süt vardı. Sütle dudaklarını ıslattın, bir iki yudumcuk içebildin. Ve orada bulunan kızına sordun: ‘bak bakalım, ufuklarda gelen giden, görünen var mı?’ Ve kızın, gözleriyle ufukları tarayarak sana bildirdi: ‘Uzaklarda dört kişi görünüyor babacığım..’ Yüzün, o, haksızlıklar karşısında kasırga gibi esen yüzün, tatlı bir tebessümle yumuşadı. Ve için, her zaman olduğu gibi haşyetle doldu: ‘sadaka resulullah!’ dedin.”

“Bu fani dünyada son bir kez daha Allah'ın resulünü tasdik ediyordun. Bakışlarını kızına çevirmeye çalışarak yorgun, ama huzurlu bir sesle fısıldadın: ‘onlar beni defnetmeye geliyor...”

Ayrıca Ebû Zerr, ”altının babası” manâsına gelip, onun asıl adının Cundeb b.Cudâne olduğu, ”mal biriktirenlere, biriktirip sayanlara, malının kendisini ölümsüz kılacağını hesabedenlere”, “altın ve gümüşü biriktirip onları Allah yolunda harcamayanlara gelince, onlara acı bir azabı müjdele. O gün cehennem ateşinde bunların üzerine alev verilip kızdırılır da bunlarla onların alınları, böğürleri ve dalları dağlanır." (Tevbe 34-35) âyetlerini hatırlattığı söylenmektedir.

Ebû Zerr, yaşadığı devirde meta hırsına kapılan dini bütünlere şiddetle karşı çıktığı için devrin ağaları tarafından çölde yaşamaya zorlanmıştı diyorlar.

Ancak çölde yaşamayı kendisinin tercih ettiğini söyleyen dindarlara da rastlanmaktadır. Bu iddia, o devrin ağalarını temize çıkarmak gayreti gibi görünüyor.

Demek ki neymiş?

İnsanın ve insanlığın çeşitli halleriyle ilgilenen bir takım uzmanlar, Kabil ile Habil’in yaşadığı zamandan bugüne kadar insan davranışlarında her hangi bir değişimin meydana gelmediğini söyleyenler isabet buyurmuş oluyorlar. Yani Kabil’in çocukları ve torunları, dedelerinin izinde yollarına devam ediyorlar.

Habil ise genç yaşta kardeşi tarafından terk-i dünya ettirilip “uçmak”a gönderildiği için sulbü devam edemediği anlaşılıyor..Dolayısıyla “ insan,Kabiller soyu” olarak vasfediliyor. Yani zâlim, câhil, kan dökücü…

Ve anlaşılan o ki:

Kabil’in soyu,  gönderilen uyarıcıların ve aralarından tek tük tezahür eden güzel ahlâk sahibi kişilerin kendilerini hayrolan şeylere dâvetlerine kulaklarını tıkıyorlar.

“Mal biriktiriyorlar, biriktirdikleri malı sayıyorlar, mallarının kendilerini ölümsüz kılacağının avuntusu içinde”  mutluluğu yakalamışlar iken “hutame”nin ne anlama geldiğini ya bilmiyor yahut bu sorunun cevabını bulmayı akl etmiyorlar.

“Hutame”nin ne olduğu, kılıç korkusu ile hidâyete erenlerin oğullarını ve torunlarını anlaşıldığı kadarıyla pek fazla ilgilendirmemişti. Onun için şahısları için saraylar yaptırmaktan ve insanlara hükmetmenin dayanılmaz câzibesine kapılmaktan kendilerini alıkoyamamışlardı.

O günden bu güne bin dört yüz kırk sene geçti.

Ama bazıları hutame yokmuş gibi yaşamaya yani hâlâ mal istifine devam ediyor.

Bu arada din bilginleri hazret-i İsa’nın annesinin fizyolojisi ile imsak vaktini belirleyen ufuk çizgisi peşinde reayâya aydınlatıcı bilgiler sunmak hususunda sidik yarıştırıyorlar.

Haliyle câhilleştirme süreci, hız kesmeksizin sürüp gidiyor.