KÖŞE BUCAK
Mehmet Salih KÖSE
Eğitim Uzmanı
Günler, yaz geceleri mavi gökyüzü altında ayla yıldızlı sarmaş dolaş geçerken kapımızı çaldı güz duyguları. Bu günler yeşile küskün, sarıya sevdalı. Bir de gökyüzünde yolculuğa çıktı göçmen kuşlar.
İnsanlar mı? Çoğu yorgun. Çoğu dargın. Çiçeğe vurgun gönül, dostunun çukuruna kazmakla meşgul. Kültürüne bağlı, sanat sever insan sayısı az. Tüm mevsimler şahsiyet sahibi insanları arıyor.
Sokaklar mı? Çoğu taklit, birçok insan örften uzak.
Güz günleri hicran sabahı mı umut ışığı mı, bilemedim. Bildiğim güz günleri ziller yeniden çalacak. İşte bu zil sesleri taşır güz duygularımı farklı yerlere. O gizemli duyguların peşine koşacağım gün gün, ay ay... Aklıma getirdi sevgiyi, saygıyı hak eden iyi niyetli öğretmenleri. Onlar ki, neşe saçar ve hüzünden kaçarlardı. Gül bahçeleri oluşturur, çocukların mutlu geleceğini ilmek ilmek dokurlardı.
Üzgünüm... Bir gün beyaz atlara bindiler ve bir daha dönmediler. Oysa onlar çocukları çok severlerdi. Onlar ki, kuş uçmaz, kervan geçmez, tozlu topraklı yollarda at sırtında veya yalnız başlarına dolaştılar. Yataksız, yorgansız, ekmeksiz kaldılar ama asla ‘of’ demediler. Öyle anlar geldi ki tehdit edildiler, şehit edildiler; Aybüke Öğretmen gibi. Öğretmenlik mesleğinin kitabı bile yoktu. Her yıl, her olay onlar için tecrübe oldu. Doğruyu buldular. Türk olmaktan övündüler. Asla mal ve mülk sahibi de olmadı birçoğu. Öğretmek, eğitmek onların için en büyük mutluluktu.
Ziller çalarken, güz duyguları farklı oluştu yüreğimde. Bilhassa tanıdığım, beraber görev yaptığım öğretmenler düştü gönlüme. Ertelenmiş hüzünler güz günleri gelince yine doğuyor içimde. Düşüyorum, bir sabahın erken vaktinde güle konan bir bülbülün peşine. Pusatsız neferi oluyorum lalezarın. Gül kokulu odamda, kısık lamba altında o güzel insanları düşünüyorum. Çoğunu hayalime taşıyorum, yüzümde buruk tebessümler. Bir teşekkürüm var, bir gülümseyişleri için. Sararan yapraklara şiirler yazıyorum öğretmenim için. Ufukta hepsi çıkıyor karşıma beyaz kanatlı bir melek gibi.
Rüzgâr duruyor, yağmur başlıyor. Eylül çünkü. Dalıyorum sokakta sürünen sarı yapraklar arasına, yaylı tambur hüznü çalıyor. Onlar, çoktan ebedi aleme gittiler. İsimleri güz gülleri gibi geçmiş hazandan kalan. Hüzünsüz öğretmen olmaz. Hüznün yarısı her zaman öğretmenin cebinde; güneş, solma vaktine girince.
Söyleyin yağmurlara güz mevsiminde bu kadar ağlamasın. Onlar gitti, gönül yandı.
Kimdi onlar?..
Onlar, benim için başıma taç, gönlüme yoldaş, dost ve arkadaştılar. Hani, “Giden gelmiyor/Acep nedendir?” diye yıllardır söylenen bir türkü var ya... Şu geçip giden, hızlı tükenen yıllara sor: Nasıl öğretmendiler?
İlkokul öğretmenim Türkan Dumanoğlu vardı. Sonra Akçaabat Lisesi Müdürüm Ahmet Kukul. Futbol tutkunu Mehmet Hanefi Gürcü, Nizam Dilaver, İsmet Sümer. Türkçeyi öğrendiğim Nazmiye Erbay (Karsan), öğrenmek istemememize rağmen bize ısrarla İngilizce öğretmek isteyen Şuayıp Bey, Ali Nazmi Uzun, Nurullah Eyüpoğlu. Nükteyi seven, biraz da alaycı Necati Bağdat. Şık giyimli Yüksel Eyüpoğlu, Aydın Seyhan...
Sonra? Zirvede olanlar: Üç yıl üst üste sınavı kazanıp sözlüde elenmiş veya yedek bırakılmış, üçüncü yılda kapısını ancak açabildiğim Fatih Eğitim Enstitüsü’nde farklı öğretmenlerim olmuş: Bener Cordan, ‘Kadı” lakaplı Burhanettin Tüzün, Rasim Şimşek, Kemal Ülker, Aga Remzi, Can Bali, Ahmet Kukul, Ahmet Gürsoy...
Burada biraz durmalıyım. Çünkü acı bir pencere açıyor bana güz duygularım. Öyle ya öğretmen olan okul arkadaşlarım var. Gittiler ama bir daha dönmediler. Zeki Aydın, İsmail Yapar, Suat Erden, Asiye Karsan, İmamoğlu, Avukat Kahraman, Engin... Ömer Faruk Uzun. Bu dostları unutamam. Onlar bu dünyanın çok çilesini çektiler. İnanıyorum ki şimdi cennetteler.
Bizim de hayatımızdan kimler geldi, kimler geçti? Bunu da hatırlattı bana güz duygularım.
Mesela “asriliğin manası edep ve irfandır” sözünü sıkça tekrar eden okul müdürüm Hayrettin Gürsoy. “Akşam oldu hüzünlendim ben yine” şarkısını kemanı ile çalan Atay Alp ve eşi Çiğdem Alp. “Kimse derdimi bilmiyor, herkese de derdimi söyleyemem” diyen Döndü Melahat (Yazıcı). “O topa şöyle vurulur” diyen Hüsamettin Türk Hoca. “Biz Türkler, Sakarya'nın kan fışkıran toprağı ile Cumhuriyeti kurduk” diyen Nihal Ebeliköse. “Hayat boyu ben çok itildim kakıldım” diyen Ömer Sıtkı Can Topaloglu ve ismini unuttuğum onlarca güzel öğretmen.
Sonra yakın çevrem... “Sen ebabil kuşu musun ki, kanat açıyorsun” diyen Emin Balta. Torul'a hafta sonu dönmek için sabırsızlanan ve Paşa'ya da “Sen beni götür ama Zigana'da sana et değil kuymak yedirim.” diyen ve bir türlü et yedirmeye razı edilemeyen Cahit Bostan. “Ben, tam mutlu olacağım zamanda bu hastalık da nereden geldi buldu beni?” ve “At bizden daha akıllı.” diyen arkadaşım Hüsnü Sevim. İşini gayet ciddi yapan, son yıllarında yorgun görünen Bahattin Cihanoğlu. “Hep zor maçlara, sorunlu maçlara beni veriyorlar.” diyen Yaşar Yılmaz. Bağlamanın teline, gönül teli gibi dokunan Yusuf Kazaz. Bond çantasını yanından hiçbir zaman ayırmayan Aydın Özdemir. “Çalsın keman, söylensin Öğretmen Marşı.” diyen Nurettin Özmen. “Yosunlu tekne ile balık tutulmaz.” diyen Nesrin'in babası, Salacık sevdalısı Nihat Özmen. “Türk Bayrağı görende başımız göğe değiyor.” diyen Selahattin Sevim. Reşit Sivrikaya'yı atlatıp Zikrullah'ın dükkanında sigara içen öğrencileri elindeki değnekle yakalayan Aydın Berberoğlu. Bingöl’ün Genç ilçesinde görev başında vefat eden Şemsettin Gedikli. Öğretmenliği yanında girişimciliği de olan Ekrem Yardım... Meslek aşkı olan Ramazan Tokgöz. Mala köyüne yıllarını vermiş Artvin İsmail Köse.
Daha nice niceleri güz gülleri gibi. “Hepimiz insanız ne inciyiz ne de elmas.” diyen ve halkın eğitimine çok önem veren Eşref Gedikli. Modayı takip eden Türköz Kuruçelik. Giyimi, sazı ve sözü, masmavi gözleriyle Darıca İlkokulu’nda hayali gözlerimde olan kırlarda yüzlerce çiçek açtıran, kaval çalan masum çocuklara alfabeyi öğreten Hüseyin Ertuğrul. Oğluna “doktor olarak devlette çalışacak ve özel sektöre geçmeyeceksin” diyen Yaşar Beşli ve idealist öğretmenler.
Bu güz duygularında ne var ki, bu isimler düştü aklıma? Gidişleri gönlümü yaralar.
Galiba güz ayları biraz daha fazla duygusal oluyor insan. Ben de mesleğimi bir daha hatırladım ve bu meslek içinde bazı dostlar düştü yadıma. Bu mevsim galiba duyguları daha çok dizginleniyor. Ufka doğru açılıyor insan, sarı sarı yapraklar ve vargit çiçekleri arasında. Başöğretmen Mustafa Kemal sanki hâlâ Kocatepe'de. Anadolu kapısını Türklere açarken Alparslan’ın güvendikleri öğretmenler. Anadolu'ya ışık seçerken, tohum ekerken güz günlerinde, yine ziller çalardı.
İnsan bu mevsimde boğulur duygu kalabalığında. Güzel güz günleriniz olsun.
Ziller bu mevsim yine çalacak. İsterim ki güzel ve başarılı bir mevsim olsun öğretmenler adına.