İKİ REZİL ADAM
On günden beri hastayım. Bu zaman içinde üç dostun olur. Biri eşin, diğeri kitaplar ve televizyon. Eşime çok şey borçluyum; bana bakmaktan bu kez o hasta oldu. Düşünüyorum O'nun bu zor süreçte bana yaptıklarını ben O'na yapabilecek miyim? Galiba zor. Kadın daha vefakâr, daha çilekeş, daha duygulu. İnsan bunu hastalanınca daha iyi anlıyor. Kadınlar olmasa erkekler yaşayamazdı. O zaman kırılsın kadına kalkan her el,
Aslında bu hafta yazıp yazmamakta kararsızdım. Şimdi kendimi iyi htiğimde ve “Köşe Bucak” köşem boş kalmasın diye yazıyorum. Bu sebeple ağzımdan çıkacak kelimeler zaman zaman elemli, ezik ve çizik çıkabilir. Hasta ve kırgın bir bedenden çıkan sesler çok da ahenkli olmayabilir. Baksanıza kar yağdı sokaklara, eşim söyledi. Kalktım baktım etraf bembeyaz. Hâlâ daha Darıca üzerinde beyaz karlar. Halbuki sağlıklı zamanlarda kar yağarken uyku tutmazdı gözlerim. Ay karanlık olsa da yine güzel gelirdi doğa, lapa lapa yağan karlar arasında. İsterdim kar yağarken torunlarla olsam sokakta, düşse saçlarıma kar parça parça. Olmadı işte. Hastasın ya şimdi güneş bile sana soğuk. Hasrettir karlara üreten köylü ve çiftçi bunu da iyi bilirim. Yine de güzel günleri ve içten dostları özlemekten başka çare yok. Hastalığıma gücenmedim ki. Tek bir gül yetti zor günüme. O da vefakâr eşim. O’na da sağlık dilerim. Eşimize, kadınlara kurşun değil, her gün yeni bir gül sunulmalı.
Gelelim o iki utanmaz adama. Birisi matematik öğretmeni. Bir diğeri ne öğretmeni olduğu belli değil. Sahte mi, gerçek mi, onu da oradaki yöneticiler bilir. Birisi öğrencisine defalarca tokat atıyor, bir diğeri köyde karışık işler içinde ve kaybolan küçük bir çocuk aranıyor.
Siz öğretmen olduğunuz zannedenler. Size çok mu zor geldi sınıfa girince, “Merhaba meleklerim, günaydın size” demek. Hani onlara güzellikler sunacak alnınızda “bilgilerden bir çelenk” vardı. Hani onları “nura doğru” koşturacaktınız? Temiz dünyalar; yepyeni baharları sunacaktınız onlara. Her öğrencinizi ayrı bir değer olarak görecektiniz. Dümendeki kaptandınız. Rotanız ana kara olacaktı. Kimse yolda kalmayacak ve suda boğulmayacaktı. Öğrencilerinizin hatası da olsa kızmayacak ve dövmeyecektiniz. Her birisi fidandı. Hepsini sevginizle büyütecek, birer yıldız yaparak asacaktınız göklere. Başlarına papatyalardan taçlar yapacaktınız. Ama yapmadınız, zaten yapamazdınız. Çünkü ruhunuz hasta. Bana göre siz iki adam öğretmenlik mesleğine layık değilsiniz, toplumda bu davranışınızla mesleğe kara çaldınız. Benim düşüncem ile ikiniz de rezilsiniz.
Bunları düşündüm ve sonra kendi eğitim anlayışımıza baktım. Dayakla öğretme anlayış ve kültür değişmeli okullarda. Bunun uğraşını verdik yıllarca, ama belki de hâlâ başaramadık. Bu iki rezil insan gibi düşünen hâlâ yok mu bu eğitim ordusu içerisinde? Var, ama ara sıra bazıları yansıyor medyaya. Hatta böyle tipleri koruyan sendikalar bile var. Benim üyem zarar görmesin diye örtbas edilen soruşturmalar, tepeden dayatmalar ve okulların denetimden alı konulması. Denetimsiz okullar. Sendika korkusu ile tir tir titreyen bazı yöneticiler. Eğitimde bir arpa boyu yol alınmazken, bir de işte böyle olaylar.
Bu olaylarda okul müdürleri ve yöre üst yöneticileri de sorumludur. Öyle ya psikolojisi bozuk öğretmen veya ücretli öğretmen görevlendirilmeleri neye göre yapılmış? Okul müdürü neden bu öğretmenle ilgili olay olmadan önce ifade almamış, kendisi ile konuşmamış?
Velilere düşen görevler de var tabii. Artık şu bilinmeli; evet, ağaç yaşken eğilir ama dayakla değil. Sevgiyle yapılmalı bu. Artık “eşeğin yavrusu sıpa, terbiyesi sopa” denmemeli. Dayak da Cennet'ten çıkmamıştır. Olsa olsa Cennet'e uygun görülmediğinden kovulmuştur. Öğretmenin vurduğu yerde gül bitmiyor artık; sorunlu çocuk oluyor. “Deniz dalgasız, kapı halkasız, mektep falakasız” olmaz sözleri çoktan eskidi. Artık kapılar otomatik oldu. Merkep devri çoktan gitti. Artık eşekler Nasrettin Hoca fıkralarında kaldı.
Okullara “adam olmak” için gidilir; dayak ya da sopa yemek için değil. Eğitim insana itibar kazandırır ama okul korkusu, dayak çocuğu öğretmenden, okuldan soğutur. Her okul yöneticisi okulunda olandan bitenden, çocukların güvenliğinden sorumludur. 8 ilâ 17 saatleri arasında ders olsun olmasın okulda bulunmak zorunluğu vardır. Ama “Müdürüm; saat onda gelir, öğlede çıkarım. Yaz tatili okula gitmez yaylada arı yetiştirim.” diyen tipler de çok. Hatta bal tüccarı olanlar bile var. Meslek ikinci iş. Nasıl olsa maaş garanti. Asıl iş bal yetiştirmek veya ticaret. Ya da gece yarılarına kadar ev ev dolaş ücretli ders ver. Sabah uykusuz okula git. Çocuk soru sorar; rencide et ve azarla. Çünkü yorgun beden sınıfta, öğretmenlik ruhu çoktan ölmüş. Düşüncede yaylada arılar veya akşam verilecek ücretli ders. Ama bunları kimse görmüyor, dokunma onu sendikası var. Hani bir şarkı vardı ya: “Onun arabası var güzel mi güzel, bastı mı gaza gider mi gider.” Bu şarkı bazı öğretmenleri galiba rotadan çıkardı. Racaizade Ekrem'in “Araba Sevdası” isimli romanı vardı ya, o sevdaya bir de konak sevdası eklendi. Ama Yakup Kadri'nin “Kiralık Konak”ı değil. Tapu dosyaya girecek.
Bunlar acı gerçekler. Keşke bu meslek bu durumlara düşürülmeseydi. Bu sebeple Öğretmen Meslek Kanunu desteklenmeli ve çıkmalı bir an önce. Özlük haklar iyileştirilmeli bu kanunla.
Okulun girişinde öğrencinin göreceği yere öğrenci, öğretmen, memur ve hizmetli hakları asılmalı. Okullar açıldığında her öğrenciye verilmeli. Ayrıca veli hakları konusunda veliler bilgilendirilmeli. Eskiden itaat vardı. Şimdi artık haklar var. Her birey kendi hakkını bilmeli ve istemeli. Çocuğun etini devlet alırdı, kemiği ailesine kalırdı. Derisine de birçok sivil veya kamusal kuruluşlar veya amacı belli olmayan örgütler talip olurdu. 15 Temmuz'u unutmayın. Halbuki beden çocuğun olmalı. Kendini toplumda düşünen, üreten sorgulayan bir değerli birey olarak görmeli.
Ben bu on gün içinde televizyonlarda sosyal olayları görünce ağlama duvarımı farkında olmadan yıkmışım hasta halimle. Bazı yöneticiler koltuklara gömülmüş gözlerini gökyüzüne dikmişler. Kimse sormuyor o canavar köpeklerin ne işi vardı o sitede? Onları besleyenlerin parası var. Parçaladığı minik çocuğun babası kapıcı. Sözü geçmez ki. Kâhin olmak gerekmez niyetleri bilmeye. Bu toplumda köpekler kadar yoksul çocuklar sevilse ve korunsa yarınlar daha güzel olacak. Hani Maçka'da şehit edilen Eren'in sözleri kulaklarımda. Erenleri araştırıp soralım. Bilhassa da öğretmenler bir Eren'i yetiştirse, ama sevgiyle yarın güneş daha güzel doğacak.
Tüm dostlara selamlar, sağlıklar. İyi ki sağlıkçılarımız ve doktorlarımız var.