KIRK AMBAR
Abbas Yolcu
ayenihaber@hotmail.com
ALAOVERA
O da bir orta doğulu..
Irkının geçmişte nerelere ve kimlere dayandığı meçhûl. Ama bu önemli değil.
Önemli olan kendisinin bugünün egemenlerine kapı kulluğu yapması, halkın yanında görünüyor olması ve halkçılık dümenine yatmasına rağmen, tam bir halk düşmanı oluşudur.
Anlattıklarına bakılırsa “Helsinki’de Ren geyiği, Saint-Petersburg’da devekuşu ve kanguru yemiş” imiş.
Olabilir.
Orta doğu beldelerinde yaşayanların pek çoğunun babası devlet kapısı adı verilen Ali Babanın Çiftliğinde büyükleri tarafından vazifelendirilmiş memur taifesinden değildi. Memur taifesinin “happy few” veletlerinden de değildi. Dolayısıyla halk adı verilen yığınların dış geziler yaparak Ren geyiği, devekuşu, yarasa gibi hayvanatın etlerinden bir miktar yemek gibi imkânları yoktu.
Mumaileyhin babasının memur olduğu ve yaşadığı zaman dilimi içerisinde ekmek karnesine tâbi tutulmadığı söylenmektedir.
Böylece bahsi geçen bu orta doğulu, sınıfsız olduğu iddia edilen topluluğun üst sınıfına mensub “iyi aile çocuğu” niteliği ile bedensel gelişimini tamamlamış bulunmakta olduğundan halkın adını bilmediği bir takım yiyecek ve içeceğin bahtiyarlar tarafından yenilip içilmesini eleştirenlere kapı kulluğunun icâbatı gereği, hırlamaktadır.
Zaten egemenler, onu ücreti mukabilinde hırlamak için kapılarına bağlamışlardı. O da bu bağlanmaktan memnûn ve mahzûz olduğunu her hal ve gidişte beyan etmektedir. Zira daha önceleri aynı orta doğulu, bir başka efendisinin, ondan daha öncesinde ise daha başka bir efendisinin kapısından gelen geçene hırlıyordu.
Efendileri için hazırlanan ve halkın adlarını bilmediği yiyeceklerin ve içeceklerin efendileri tarafından eskilerin deyimi ile ekl ü şurb edilmesinde bir sakınca bulunmadığını beyan ederek sözü kuru fasulye ve pilava getirmektedir.
Kendisi, tıpkı efendileri gibi halkçı görünüp halka bileğinden tutuğu yumruğunu dikey yönde salladığı için kuru fasulye ve pilav yemenin bir çeşit banalite, bir çeşit köylülük olduğunu vurgulamaya çalışmaktadır.
Anlaşılan o ki evvel zaman içinde de ahaliyi evirip çevirenler, kendilerine meddahlık yapmak ve eğlendirmek üzere saraylarının çevresinde maharet sahibi soytarılar beslemekte idiler.
Yani güneş altında değişen bir şey yok. Değişen şey, çok bilimsel ifâde ile “üretim araçları”dır.
Orta doğu halklarının yaşadığı coğrafyada, “afyon haline dönüştürülmüş” bir din algılaması ile yığınların, tevekkül sahibi kılınarak varlıklıların mallarına göz dikmekten sakındırıldıkları bilinmektedir. Bununla birlikte gelişememişliğin, az gelişmişliğin, bedevîliğin,”baba ocağından koparılarak büyük şehirlerin banliyölerine yığılmış”olmanın getirdiği aşağılık kompleksinden kurtulmanın yollarından birinin yerli ve milli(!) söylemlerden geçtiğini işleri koyup kotaranlar fark etmişlerdir.
Ama bu orta doğulu ebterin yerli ve milli(!) yiyecekler arasında “ejder meyveli smoothie (Chia tohumu eşliğinde), efuli (liçi meyvesi eşliğinde), aloevera (starex meyvesi eşliğinde)” gibi nesnelerin hangi sebeple yer aldığını izah etmek için “kuru fasulye ve pilav”ı kemalistlerin yiyeceği şeklinde algı oluşturması hesapta muarızlarını aşağılamak anlamına gelmektedir
Kitaba göre halkçılık eskiden de böyle yapılıyordu. Onun için kitap halkçılıkla oğlancılık arasında ilginç bir bağ kurmuştur. Halkçılığın ne olduğunu sorgularken “halkçılık… yani halkın sırtına binmek, oğlancılık gibi” şeklinde açıklama yapmıştır.
Beis yoktur.
Yığınlar, kazandıklarının bir kısmı ile sırtlarına binen “goy goycu”ları beslediği sürece her bir sınıf halinden memnun kalmaya devam edecektir.
Sınıfsız toplum mavalı ile sürüler, kaval eşliğinde otlatılmaya çıkarılacaklardır.